30 Mart 2012 Cuma

N.F.K


-" Sanki aşk sustu " dedim..
-" Aşk hiç susar mı? " dedi..
-" Sen susuyorsun ya " dedim..
-" Ben aşk mıyım? " dedi..
-" Aşksın " dedim..

Sustu..

29 Mart 2012 Perşembe

George Carlin


Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.

Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.

Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.

Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.

Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.

Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.

Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.

Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.

"Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür."

28 Mart 2012 Çarşamba


Az önce uyandığım yatak ve her sabah
En güzel yeridir bilirim dünyanın
şu sönmeye yüz tutan soba
şu bayatlamış cay
şu izmarit kokusu
Demirbaşlarıdır bilirim yalnızlığın
şu odanın orta yerindeki gölge
Her gün biraz daha sola kayar
Her gün herşey biraz daha sola kayar
Bilirim mart biraz kayar nisan gelir
insan biraz kayar acı yerleşir
Acı biraz kayar alışkanlık yinelenir
Yinelenir ve durur her şey
Bilirim öyle ya da böyle doğar güneş
Müslüman adları verilir ve inanılır da
Tanrıyı çok sonra sevecek çocuklara
Sonra akşamüstlerini sahiplenir
Bıyıklarında uyurgezer yaratıkları
Besleyen çirkin adamlar
Çok sevişirler sinemalarda
Tenha kafelerde yenikapıda
Sevişmek demirbaşıdır bilirim yalnızlığın
Ölu adamların giysilerinde
aralık kalışında bir kapının
Yün yorganların dikişlerinde
Balık pazarlarında ve köşebaşlarında
özellikle isyanın ve umudun kol gezdigı
Köşebaşlarında
Yormadan kendi haline bırakıp
Kederi ve kadınları
şiirler yazacağım
Bilirim sevişmek kadar
Şiir de demirbaşıdır yalnızlığın.

Kıyaslamak



Kıskançlık kıyaslamaktır. Ve bize kıyaslamak öğretilmiştir, biz kıyaslamak üzere koşullandırılmışızdır, her zaman kıyaslamak. Başka birisinin daha iyi evi var, başka birisinin daha güzel bir bedeni var, başka birisinin daha çok parası var, başka birisinin daha karizmatik bir kişiliği var. Kıyasla, yanından geçen herkesle kendini kıyaslamaya devam et ve sonuç büyük bir kıskançlık olacaktır; bu kıyaslama koşullanmasının bir ürünüdür.

Aksi takdirde, kıyaslamayı bırakırsan kıskançlık kaybolur. O zaman sen basitçe bilirsin ki sen sensin ve sen başka kimse değilsin ve buna hiç gerek yok. Kendini ağaçlarla kıyaslamaman iyidir yoksa çok kıskanabilirsin: Niçin sen yeşil değilsin? Kendini kuşlarla, nehirlerle, dağlarla kıyaslamaman yararınadır yoksa acı çekeceksin. Sen sadece insanlarla kıyaslama yaparsın çünkü sadece insanlarla kıyaslama yapmaya şartlandırıldın; tavus kuşlarıyla ve papağanlarla kıyaslamazsın kendini. Aksi takdirde kıskançlığın çok daha fazla artacaktır: Kıskançlıkla o kadar dolu olacaksın ki yaşayamayacaksın bile.

Kıskançlık çok aptalca bir tavırdır,çünkü her kişi eşsizdir ve kıyas kabul etmez. Bir kez sende bu anlayış yerleştiğinde kıskançlık kaybolur. Her kişi eşsizdir ve kıyaslanamaz. Sen sadece kendinsin: HİÇ KİMSE ASLA SENİN GİBİ OLMADI,VE HİÇ KİMSE ASLA SENİN GİBİ OLMAYACAK. Ve sen de hiç kimse gibi olmak zorunda değilsin.


27 Mart 2012 Salı

adam


çok beklemiş bir sıkıntının
asfalta düşen ilk sesiydi adam
sabahın o biçimsiz huzuruydu
tanrının herhangi bir avluya
bağışladıgı eger inansaydı
inanmadı.
bir sakalın üşengeçligiydi adam
ilk otobüslerin,günlük gazetelerin,taze ekmek kokusunun
ve bir kalabalıgin bir yerlere
hep aynı hızla yetişmeye çalışan
hüzünlü bir duvar ustasıydı adam
omuzluyordu kavakların uzunlugunu
sarmaşıgın inadını,smokinin siyahını
ve apansız egiliyordu
bir piyanistin kamburuna
adını agzının tadı belliyordu
uzanıp bir konçertonun her hangi bir notasına
sonra durup küçük kadınların
büyük çantalarını omuzluyordu
oturup mutsuzlugun orta yerine
solgun bir yanlışlığı lahitleştiriyordu
unutulmuştu bir anadolu türküsü kadar
keşfedilmemiş bir hayvan gibiydi birazda
belki de bir inattan ibaret olduguydu şarkısı onu anlatıyordu
hiç bilinmeyen bir alfabeyle
toplasalar en fazla bir kıta kadar yalnızdı
bekleme salonunu andıran bir sessizlige benzeyerekten
adamdı ama annesine benzeyen bir adam
iyi adamlar biraz da annelerine benzerler.

gömlek,çorap,pantolon...
koltuk takımı,fiskos sehpa,on yıllık takvim...
annem,sevgilim,kötü boyanmış şu duvar...
şimdi ve tüm zamanlarla anılaşmış potasyum nitrat
tuzu düşünüyordum
kavramak için tenini
latince kavramlar koydular önüme.
iyi bildiler fasulyeye bile hava-cıva isimler takanlar
kafamı kafandan ayırmayı
onları fire veren aşkların hemen önüne zımbaladım
en iyi orada kandırırlardı kendilerini
sevdiler ve inandılar da
- ne güzeldi bir zamanlar bir zamanlar ne güzeldi diyebilmek -
serin meneviş akşam üstleri
gibi zamanlara kayıt yaptıranlarla
biz hep o zamanlarda dinlenircesine
bayram arefeleri kadar yarına sabırsız bir şekilde
uyuyakalmalıydık
taşları üst üste koyduk
çiçekleri suladık
brandalar çektik güneşin önüne
insani şeylerdi bunlar
uyuyakalmalıydık
kaldık ama uyuya degil
şimdi tarih atmıyorum
günlerin altına
kanmamak kanamamak için mi
sanmıyorum
hep aynı soru
- ya bir şey degişirse;
en kötüsü duvarın rengi,
on yıllık takvim,
sevgilim? -
- ya hiçbir şey değişmezse;
uyuyakalmalıydık..

mutsuzluk seçer insanı
en kıdemlı halinle...


aslında insandır donuk bir çupra gözü balık halinde
bir kadının en güzel  yerleridir gözleri durur da durur
öyle gözünün önünde

 çokça söylenmiş lakin hiç kullanılmamış bir ögüdün geç kalmışlıgıdır insan


çalar saatler çalmamış
horozlar uyuyakalmıştır
ne zaman yetişmeyi bir kurtuluş bellese
ilk ışıkları yaran otobüslere

 muntazam yanılgıların yatık tekrarıdır insan
kendine yinelenen yine


insan bir ütopyadır en ilkel yerlerinle
mesela
yüzünü ovalar geçer de yok bir kadın heykelinin önüne

 tutulmayan sözdür tutunamayan tözdür insan ahlakın ekseninde


sıkıntının türevini almayı şehirlerde ögrenmiştir
hep bir sevi matematigi dilinde.


 her insan bir izmarittir bana kalırsa başkasının küllüğünde

w.b.


hep aynı dünya yine de sabırlıyız

25 Mart 2012 Pazar


sonra
fark ettim ki
o gün o kumsaldan
sıyrılan sandal,
duruyordu
o kumsala o gün
yaslanan deniz,
gidiyordu
o gün orada
mavi bir ses,
bır kızın
ağzından düşen
hiç duymadığım
mavi bir ses
kırık bir dümeni
vurmuştu
maviydi ondan
vurmuştu
kumsala
kahverengi
bir brandadan,
eski ve tozlu
kahverengi
bir brandadan
sarımsaklar
kuru biberler,
sarkıyordu
bir sandal ha bire
sallanıyordu
kurutulmuş denizatları,
ha bire sallanıyordu
- ürkünçtü -
- bana bir şeyi
hatırlatıyordu -
iyiydim
bir kaç duble içmiştim,
bu yüzden
bir çocuk
yüzünü avuçlarında
saklıyordu
bir balıkçı anılarını
kolluyordu
- deniz diyordu
üzerinde
içinde
bana kendini veren
kadınım benim
bir şey istemeden -
rüzgardan
bir garson belli ki
çok sıkılmıştı
- beyaz gömleklerden mi
değil.
peki ya
tabaklardan?
onlar da beyaz ki -
o kız,
kimdi o kız?
güneş yanığı
ellerinde gökyüzünü
gezdiren?
sonra fark ettim ki
akşamın
ilk saatlerinden inen
ağır ağır
inen
hoyrat hoyrat
inen
omuzsuz kadınların
çantalarına
bir yoldu o kız,
çelenk taşıyan
aksam sefalarının
ezdiği patikalardan geçen
nikah törenlerine
ben ne bırakmıştım
sesine kızın
mavi bir sevilme
telaşı mı
peki ya saçlarına
kullanılmamış
bir mart sabahı mı
olsa olsa
telaşsız bır telaştı
geç kalınmış
gül ağartan
gül kurutan
göğsün de
rüzgar çeviren
fırtına toplayan
acıtan
kırıp geçiren
kapatılmış
bağırılmış
böğüren
bir telaştı
anlatamadığı
bir kaç
kavanoza
konservelenmiş
kar gürültüleri.
anlattığını
çok sonra anladım
kızın mavı sesiyle
hiç duymadığım.

23 Mart 2012 Cuma

anlamsızlık,mesafeler,ve buna benzer saçmalıklar



sevgi dolu,hüzünlü,komik,saçma,sinir bozucu,hüsran,anlamsizlik.bilmiyorum daha önce hissetinizmi ama bir süredir bu duygularin
hepsini ayni anda hissediyorum.bu duygularin bagli oldu üzüntü damarlari var içlerinde ayrilmis parçalara bölünmüs bir
sekilde.o damarlarda tikandi, artik bunlari daha ileri tasiyabilecegi götürebilecegi bir yer de yok.bazen insanları bazı
şeylere inandıramazsın.herkesin doğrusu kendi bildiğidir,benim doğru bildiğim, belki başka birisinin yanlış bildiğidir ya da
tam tersi çözemiyorum.kısa süre önce sevdiğim bir insandan sevgi dile(n)diğim de oldu.evet bir tek bunu yapmamıştım.
bu insanla aranızdaki mesafe o kadar çok ki.benim koyacağım bir mesafe bile olmayacak kadar çok,görüş mesafem bile yok.-ki
benden böyle birşey istemesi de çok saçmaydı.evet özüm bitti artık,kalmadı hiçbirşey kendime dair.gücümü toplayamıyorum.
hep merak ederdim.daha  ne kadar süre üzülebilirim.yani bu üzüntü,yemek,su yada yakıt gibi birşey değilki tükensin. her gün
hissettiğiniz aynı şeyler karmaşa,saçmalık,akıp giden zamanın değerini bilmemek.iki yabancı gibi,saçma hepsi de saçmalık.
ama gariptir ki artık  üzüntümün yavaş yavaş bittiği.kendi içimde tükenerek bittiği.evet kendi kendimi uzunca bir süre yiyip
bitirdim,yiyip bitirdim,sürekli yedim bitirdim,üzüldüm,üzüldüm,kötü zamanlarda bitiyor işte arkanda kalıyor artık.
hiçbirşeyin anlam ve önemi kalmıyor. hayat dediğinde birazda böyle değilmi aslında,gün geliyor insan herşeyinden
vazgeçebiliyor.hayatından çıkarmasada insan, köşede dur sen diyor.hiçbirşey konuşmayalım yada paylaşmayalım.insanın
duygularına,sevgisine,verdiği değerlere de reset attığımız dönemler oluyor işte.
hiç kimse istemediği birşeyi yapmaz,zorla da birşey yaptıramassın,kimseye birşeyleri zorunda hissettirtmek istemiyorum.hiç birşeye daha dikkat etmeye gerek
yok.yani konuşmak,gülmek,eğlenmek,paylaşmak,kadir-kıymet bilmek, bunların hepsi güzel.ama samimi olduğu
zaman.eğer samimiyet yoksa bunların hiç bir anlamı yok.sevgi bu kadar kolay birşeymi
taklidi yapılacak kadar basit birşey değil ki.

Samimiyetin olmadığı yerde, bende olamıyorum.
insan uğraşıyor bazı şeyleri kaybetmemek için. bazen boşa uğraşanlarda oluyor,tıpkı benim gibi.yaşam gücü;
Varsa eğer böyle bir güç, gücün kaynağıda umutlardır herhalde. yaşam gücünün tükenmesi ise umudun bitmesi halidir.
Yaşam gücü azalmış insanları o güne başlatan, peşinden koşabilecekleri bir ışığı özlemeleridir. Yeniden umut etmeyi umut ederler.

Yataklarından kalkarlar, günü nasıl geldiyse öyle yaşarlar,
ancak akşama doğru takip edilecek bir ışık bulamayınca, çökerler.
Yaşam destek üniteleri geliştirmişlerdir kendilerine,
belki biraz alkol yada aklın baska seylere kaymasını sağlayacak başka birşey.

sonra yatarlar, böyle olmamalıydı iç yakan sorusu gene gelir bulur onları,
sonra önce hayallere ardındanda yavaşça uykuya kayarlar.
Acı ama artık elimden gelen de birşey yok. hani,dedim ya tükendim ve bittim.hiç kimseye karşı da eskimedi sevgim.herkesi yine aynı yerinde seviyorum.ne çoğalttım ne eksilttim.
Ama artık insanların kararlarına daha fazla saygı duymayı da öğrendim. Eskiden pek umursamazdım ama artık değil.eskiden tanıyıpta beni sevmeyen bi insan olmazdı.bir şekilde affettirdim kendimi kırsam bile.dargınlıklar olsa bile bir şekilde düzelirdi ilişkiler.ama artık işlerin böyle yürümediğinide anladım. Hiç kimseye kendimi zorla sevdirecek yada affedirecek gücüm bile kalmadı.
Bazı şeyler eskiyor,bazı şeyler yenileniyor
Yeni-eski kavramı galiba
Anla ya
mıyorum

çocuk


Bir çocuk gördüm…
Sıcak asfalt üzeri yükselen buharın içinde patlamış topu.
Dizlerinde rekabetin izi, başında alın terinin tuzu.
Rahatsız ediyor olmalıydı onu.
Yürür adımları, yırtıktı ayakkabısı.
Görmediği yarınların acısı, vurmuş bakışları.
Ulaşmak istedim çocuğa gerçekleri dile getirebilmek belki de kulaklarına:
“Uzaklaşma çocukluğundan sakın bir daha, büyümeye de çalışma dön ardına.”
“Bende senin gibiydim evvel zaman içinde, sakladılar çocukluğumu saklı saman içinde.”
“Esir aldı insanlar beni, boynumda İpekten yular izi.”
Döndüre bilmek isterdim onu oysa…
Asfalt üzeri yükselen buharın içine gerisin geriye.
Demek o keskin gözlere:
“Al topunu, koş annenin tencere içi mutluluklarına.”
“Akşam ezanı da okundu bak, kızacak baban sonra.” Ama olmadı!!!
Çocuk, şehrin kalabalığına karıştı ve kayboldu.
Gözün şahit olduğu, bir cinayet tablosuydu bu.

su


ölümüm sulardan olmalı anne
korkuyu o son biçimiyle kabullenmeliyim
bir mermere yılanmışcasına sarılır gibi
şehirler ve kadınlara büyüdüm anne
dalgaları gögsüme bitiştirdim
görülebilecek her şeyi yetiştirdim anne
köpekbalıklarını seviyorum
mürenleri de.
insanları bir seviyorum
bir sevmiyorum anne.
anne.. beni bağışla
dağınıklıgımı senden almadım
aslında ben hicbir şeyi kimseden almadım anne
olduramadım bu çılgınlıga kendimi
ölümüm sulardan olmalı anne
belki incir yaprağına sararlar beni
gözlerimi nepal de açarım
kulaklarımda uyumsuzlugun şarkısı
ellerimde elma şekeri ve kız yanagı olur
ölümü durup durup hep düşünüyorum anne
bugünlerde daha bir fazla
gördüklerim yüzün kadar
hic bir renk gözlerin kadar güzel degil anne
bulantısıyım devasa bir haksızlıgın
bahçıvanın baltası gül dalına inen
biley taşıyım kendimi keserken kullandıgım palanın
ama ölümüm sulardan olsun isterim
bu dünyayı degiştirecek kadar yürüyemeyecegim anne..
küllerimi sana boşaltsınlar
ben rahminden öte okyanus bilemedim anne.

olmayalı


'' Kişinin yaşamının anlamı bir resim-bulmacaya ( yapboz 'a )a benzetilebilir- ama tersınden:-
Başlangıçta boş bir çerceve ve bir yığın bağlantısız parça olup da, zaman geçtikçe parçaların yerlerine
yerleştirilmeleri sonucu , sonunda tam bir resim oluşturacak bir bulmaca değil; tersine, 'başlangıçta'
tam bir resim olan ,zamn geçtikçe de, parçaların krılıp yitmeleri sonucu , her bir zamn noktasında ,
yerleri boş kalmş konumlarıyla resme katılıkları birbulmaca :
en sonuna da , tamamıyla boş kalacak , artık hiçbir yerleştirilmiş parçası bulunmayacak ,
bir resim- dolu-ama tamamıyla boşalacak bir çerçeve içindeki
tam bir bulmaca - resimdir, anlamı, yaşamının,kişinin...''
(O.A.)

bir anda


durdum öylece...

bir sap tütünün çiçeğe benzeme biçimini aldım

kavradım en olmaz duran yerinden

tuttum yüzüme astım.


-bir yokuş kendini çıkar gibidir yalnızlık-


yürüdüm...

daha insanlar bir kaygının ertesini

yüzlerinde yıllarca taşırlarken,

ve tanırken mat bir levhanın

göge düstügünde çıkardığı sesi

en iyi bildikleri şeye benzetiyorlardı

kahverengi bir atlıkarıncayı.


-bir çocukluk durmadan kendini tekrarlar gibiydi yalnızlık.-

gidelim çocuk

Sessiz ol çocuk, uyandıracaksın yoksa şimdi insanları. Bekçiler düşecek peşimize, engelleyecekler gitmemizi. Tut elimden çocuk, kaldırımların taşlarından oyunlar yarat sen kendine sadece. Sen sus ağlama çocuk, saat çok geç oldu artık. Çıtırtı çıkarıp durmayın sizde ağaç yaprakları. Çıt diye kırılır yoksa dallarınız, bizim kalbimizi kırdıkları gibi (…) Bak bana çocuk, bak gözlerime sadece. Hava kararmış olsa bile, görmelisin göz bebeklerimin içindeki seni. Ay ışığında yürümek zordur diyorum sana çocuk, gölgeni düşürme sakın toprağa. Onu yakalamak için daha fazla yorulacağız yoksa. Gölgelere ulaşılmaz hiçbir zaman çocuk, hayal kırıklığına uğrama. Bizim umutlarımız var çocuk ve gıdım gıdım çoğalan yalnızlıklarımız. Duramayız artık burada. Üç maymunu oynar çocuk, biz bu şehirden giderken yıldızlar. Kimseler bilemeyecek yerimizi bizim artık. Asfaltlar yine zifiri karanlık. Asfaltlarda yürünmez çocuk. Gideceksen, çıplak ayakların temas edecek çamura, his edeceksin doğayı bir başına. Bir başınalığınla beni de al yanına. Kim umursar sen varsan yanımda, söylesene çocuk. Bu şehri ve içindekilerini ve terkedilmiş virane evi. Gidelim çocuk hadi, bir sen ve bir ben. Çıkalım bir önce ana rahminden. Sadece gidelim çocuk. Yürü sadece sende benimle, benim yürüdüğüm gibi seninle. Cebimizde yığınla kapının anahtarı, kitleyelim onları gerimizde. Gidelim çocuk sadece, gidelim birlikte.

22 Mart 2012 Perşembe

kbh


Hiç sebepsiz İnsanın içinde fırtınalar kopar ya... Hani neden,niçin sıkıldığını bilmezsin de bir hüzün kaplar içini.İşte bu hal İnsanı kendi denizine yaklaştırıyor çünkü her dert insanı kendine yaklaştıran bir kapı.Bakıyorum da etrafıma her gördüğüm anlamsız görüntüler ve ben yorum vermeye çalıştıkça şekil alıyor,sivriliyor veya eğilip bükülüyorlar. Dokunmak istiyorum arada ama dokunmak ne mümkün,tam dokundum diyorsun dağılıp gidiyor ve yeni yeni şekiller oluşuveriyor anında.
 Söylemek,düşünmek,aramak ve hayret etmek arasında gidip geliyorsun. Bazen yaratılmış bu şekiller korku veriyor,arkalarından gidip endişeye kapılıyorsun çünkü bilinmezlikler ile yıkılıp yapılan tüm bu şeyler arasında kendini unutuyor,oyalıyorsun. Oyalamak veya oyalanmak değil de ,asıl olan gördüklerinden etkilenip ,kendine giymiş olduğun haller ve durumlar.Bu durumların peşinden yaşadğını anlıyorsun ama bakıyorsun ki kalabalık gördüğün tüm görüntülerin arasında yalnızsın.Hiç bir görüntü ışık vermiyor ,sadece sen varsın.Kendin de olan bütün görüntüler yığınlar olmuş seni oyalamış ve yıpratmış olduğunu farkediyorsun.İşte bu hal için anlamsız geliyor herşey çünkü anlam koyduğun ,var sandığın hayaller bir rüyadan öteye geçememiş...
 Derin bir nefes çekiyorum işte bunun üzerine,e yazdığımı bilen, ne yazdığımı gören var mı var ise hepsi hayal işte. Bu bilgisayar ekranına döktüğüm cümleler,yazdıkça açılan içimdeki kapılar da aslında hep bir hayal den ibaret.Var sandığın hayal,yok sandığın yine hayal.O halde kocaman bir iç çekip geriye kalan hiç liğin tarifsizliğine bakıyorsun ve diyorsun ki,ben hayal,sen hayal nedendi acaba bunca yaşanmış martaval...
Gün içindeki koşuşturmalar,yaşamın getirdiği Stress,yorgunluk ve bıkkınlık ne oluyor acaba?İnsan sakin kafayla sefasını sürüyor Düşünce aleminin ve düşünüyor ne idi tüm bu yaşanılan Curcuna? Biten bitmiş,geçen geçmiş ve görüyorsun yine kocaman bir hiç kalmış...
İnsan da böyle değil mi? Ne olursa olsun,ne yaşadığını sanırsa sansın ardından kocaman bir hiç kalıyor işte.İnsan kendi kayboldukça hayal perdesi kendinde kayboluyor ve yine kocaman bir hiçliğe eriyor
İnsan...

21 Mart 2012 Çarşamba

acımasızca geçip giden zaman

tam da bu zamanda, geriye kalan sadece yalnızlıklarımızdır.

melek


bir hikaye gordum gozlerinde
umutlarla baslayan mutsuz bir sonla biten
bir damla vardi ellerinde
akip akip dinmeyen sonunda huzunle dinen
bir sarki vardi dudaklarinda
temposu hizli sozleri agir ama yine de aglatan
bir sevdigin vardi yildizlarda
hani birgun geri doner diye yagmurlarda bekledigin
hani hic korkmazdin olumden
ama sira sana gelince korkudan titredin dun gece
güzel melek sakin korkma
arkanda biraktiklarinla hatirlanacaksin burada
melek sen ucamasanda
hep mutlu kal orada
gozyaslarini birak burada
uyu biraz yildizlarla

20 Mart 2012 Salı

http://fizy.com/#s/16jqm0

damla


bazen olmuyor. ne yaparsan yap. ne kalbine aklının sözünü geçirebiliyorsun; ne kalbinin yapmak istediğini yapacak cesareti bulabiliyorsun. aslında ana kahramanı olduğun hikayede tamamen senden bağımsız bir senaryoyu yaşıyorsun.

öyle bir tükenme anı ki yaşadığın; sanki dünyayı yaşanılabilir kılmak icin yaptığın hiçbir şey işe yaramıyor. sen hiçbir şey beklemiyorsun, çünkü sadece filmlerde gerçekleşiverir büyük beklentiler. hiçbir zaman sevdiğin kadar sevilemezsin ya da sevildigin kadar sevemezsin. ya eksik kalırsın ya fazla gelirsin.

sanırım artık anlam aradığım diğer şeyleri bir yana bırakıp normalden biraz fazla ya da farklı sevilse korkan insanlari anlamaya çalışmalıyım. kendimi sıradan kılamıyorsam ya da içimden geldiği gibi sevdiğimde işe yaramıyorsam sanırım mahkum olduğum yalnızlıkla yüşleşmeliyim.

bütün bunlar bir yana içimde dindiremedigim bir acı, dolduramadiğim büyük bir boşluk var. sanki her soluk daha bir büyütüyor onu. içi cam kırıklarıyla dolu kalbimi elime alıyor ve sıkıyorum. kırıklar kalbimin içinden çıkıp avcumu kırmızı kırmızı acıtıyor. hiçbir işe yaramayacağını bile bile. çocuk sesimle avaz avaz bağırmak istiyorum. sevgimi anlamayanlara sunmaktan ve sevgimi anlayabilecekleri sevememekten bıktım. gözlerim tepesindeki musluktan sürekli su damlayan bir kova gibi. bir damla...pıt. sonra akıyorum, hayır taşıyorum. yine bir damla... pıt.

yo yo, sanırım benim contasi gevşemiş bir musluk olan. sürekli damlıyorum. sel olamıyorum. çağlayamıyorum ama damla damla birikiyorum. ne yazık hiçbir kaba sığamıyorum. akanlarımı toparlayacak, ziyan oluşuma engel olacak kimsem yok. bazıları contayı değiştirmakten yana ama ben parçalarımdan vazgeçemiyorum. daha büyük bir kap bulma fikri iyi geliyor kulağıma; ama sürekliliğimden o kadar meinim ki o da taşıracak biliyorum. sanırım bütün kaplari çekmeli. lavabodaki dizi dizi delikten akıp pisliklerin arasından farklarımı, yanlışlarımı, iyilik ya da kötülüklerimi nötrleyip gitmeli. denize dogru... sonsuz damladan biri olup kendini unutmak... bir su damlası gözyaşına terfi edemez sanki."

17 Mart 2012 Cumartesi

kısacası benim



ismim yavuz.20li yaşlarda,iyi kötü bir insanım.artı yönlerim,eksi yönlerime göre biraz daha fazla olabilir
belkide tam tersi bilmiyorum.ama bildiğim şeyler de var.ilkokuldan başlayarak bugüne kadar gelen çok sevdiğim samimi insanlar oldu.yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen.
garip bir şekilde kesiliyor bağlar.benim de bir kaç tane çok iyi arkadaşım ,kendi öz kardeşlerimden ayırt etmediğim insanlar var hala.ve bu insanlar için yapamıyacağım hiçbirşey de yok bu dünya da
en kötü zaafım benim,bana 1 sevgi gösterene ben 10,10 gösterene 100,100 gösterene 1000,1000 göstereni artık istesemde hayatımdan çıkaramıyorum. artık can oluyo benim için.insanları o kadar çok seviyorum ki,
bu durum aslında başıma çok kötü olaylar da getirdi aslında.bazen içimdeki ses bana keşke bu kadar sevmesen,herkese bu denli değer vermesen diye haykırıyor.konuyu değiştirip o sesi bastırıyorum çoğu zaman
evet,hayatıma çok giren insanlar olduğu gibi,hayatımda kalan önemsediğim insanların her birini ayrı bi yere koydum kalbimde.hiçbirisinden de  aynı karşılığı beklemedim.bazen onların beni daha çok sevdiğini hissettim. bazen ben onları daha çok sevdiğimi..
çok yakın bi arkadaş da demeyeceğim artık.kardeşim dediğim bir insan uzun süre önce hoşlandığım bir kıza orospu sıfatını yapıştırdı.ne acı di mi.işte bazen çok sevdiğin insanlar böyle seni yıkıp geçebiliyor.
en ağırıda o can dediğin insanların,bir gün gelipte sana bir x,yada y kişisi gibi davranmasıda.çok sinir bozucu ama böyle yapmak zorunda belki bilemiyorsun,anlayamıyorsun,işin komik tarafıda sende onu taklik ediyorsun.aşırı sevgi yüklemi belkide sistemleri yakıp,içerisinde ki sevgiyimi boşaltıyor?hala çözebilen yok
hani bazen sadece bir yerlerden tanımışlığın olduğu için gördüğünde selam verdiğin insanlar var,hiç küsmüyorsun bu insanlarla,sadece bir şekilde tanıştın aslında içinde bir nebze sevgi yok bu insanlara karşı,sadece insan olduğu için değerli. diğer taraftan can' dediklerin var o kadar çok seviyorsun,gözünü kırpmadan her türlü fedakarlığı yapacağın onlar için ölüme bile atlayacağın insanlar,söz de değil
özde sevdiğin insanlar.bu insanlarla ilişkilerin bir şekilde kötü gidiyor ama, sadece selam verdiğimiz insanlarla sonsuza kadar konuşabiliyoruz.çok sevdiğimiz insanlarla iki yabancı olabiliyoruz. az mı sevseydik o zaman duygularımızı bastırsaymıydık,oda yapılmıyor işte olmuyor.bi insanı seversen seversin,sevmessen de sevmessin.numaradan sevgi gösterisi yapmaya da gerek yok.
can dediğiniz insan geldi ilk andan itibaren şaşırta şaşırta geldil. her kelimesinde hep çok şaşırdım ben,öyley di işte başka kimse gibi değil çok özel,fazlaca da güzel.farklıydı,sevinçli,neşeli,kederli,bazen darılgan,az biraz da kırılgan herşeyden önemlisi öteki'hayatlardan fazlası sonra işte herkesin kendince insanları içinde bir yere taşıma, tanıma yolları var, benim de var, ama o yollara bazen getiremiyorsun insanları, yanından yöresinden bile geçmiyorlar, bildiği yoldan hiç şaşmayanlar.sonra ben can dediğim insanları tanıdım, her anlattığında ben anlatsam aynı cümleleri kurardım diyerek tanıdım, tanıdıkça daha çok tanımak istedim ve bu hiç geçmedi.


dört dörtlük bir insan değilim. benimde hayatta çok hatalarım,yapmamam gereken şeyleri yaptığım oldu.belki de güzel giden şeyleri bitirmekte üzerime yoktur.herşeyi kabul ediyorum.kendimi hiç değerli birisi olarakta görmedim.bunu tekrar söyleme gereği duydum.sadece normal bir insanın kendine verdiği değer kadar değer verdim kendime.
egolarım hiç bir zaman tavanda değildi.kısacası diyorum ya iyi-kötü bir insanım.keşke çok iyi bir insan olabilseydim.o zaman can dediğim insanlar canıma okumazdı belki de. sevgiden daha önceleri de çok bahsettim.bir alıp veremediğimde yok hani bu meretle.bu sevgi, cümle içinde pek sık kullanılmaması gereken birşey
sevdiğiniz bir insana,seni çok seviyorum cümlesini kurduğunuzda anlamını yitirmemeli.eğer yitiyorsa,sizin de bir değeriniz yok anlamına gelir.sevgiye de o kadar çok değer verdim ki bir süre sonra dönüp bana;
seni sevmeyi, eskisi kadar sevmiyorum dedi.artık bu sevgi konusunu uzunca bir süre açmamak üzere tamda burda şu an kapatıyorum.
şimdiye dek hep yazdım,yazdıklarımı defalarca okudum.
küçükken herkesin bir günlügü olmuştur illa ki.benim hiç ilgimi çekmemişti.burasıda pek günlük sayılmasa da öyle birşey oldu. sonra belki dönüp tekrar okuyabileceğim bir yer oldu.
artık yazı yazmayıda sevmiyorum açıkcası. ve son olarak söylemek istediğim şey;
siz siz olun,sevdiğiniz insanların hep yanında olun.


16 Mart 2012 Cuma

onlarca çeşit şarapta yaşamak varken yalan mıdır bir ekşi ayranda boğulduğumuz gavur bir balıkçının oltasındayız işte yaralı bir istavrit gibi ortasındayız sorunların nasıl kurtulsak bu hayattan nasıl nasıl yapsak da işlenmemiş bir suç bulsak ...
zihnimde ki anlam katmanlarına sızıp... bana tanımadıgım tinsel duyguları bir ürperti halinde yaşat

15 Mart 2012 Perşembe

yaşam



sanırım görmediniz
şimdi şuradan geçti
yazık görmediyseniz
böcek gibi güzeldi

         özdemir asaf

ölüm


birdenbire oyundan çıkarılış, oyundan atılış.

"hayır! durun. çıkmak istemiyorum!". kim dinler seni?

"artık sen yoksun!"

ve diğerleri oyuna/hayata devam.

şimdi sıra bende, sende, onda

ölümle yaşam arasında

bu öyle bir çizgi ki.

aslında baktığımız zaman her an ve her saniye böyle bir şeydir. geyiktir fekat doğrudur. o çizgi gayet incedir; bir an karşıya geçmeye yelteniyorsun, sonraki an görmediğin kamyoncağızın altındasın. bir an cam siliyorsun, bi bakıyor etraftakiler bir kaç parça halinde katlarca aşağıdaki bahçeye serilmiş yatıyorsun. on yıldır bitkisel alemdesin artık ölmez diyorlar, bakıyorsun eks olmuşsun. oluyor böyle şeyler. demek ki neymiş? insan tetikte olmalıymış, kalp "kırmamalıymış", hak hukuk gözetmeliymiş, doğru dediği her neyse, incedir kalındır bu çizgi, demeden salisesine dahi sahip çıkmalıymış, yalan söylememeliymiş. konuştuğu son kişiye söylediği şeyler yüzünden başı belâya girmemeliymiş. ölümün telâfisi yokmuş netekim.

astroloji mallığı

sakin ve huzurlu bir gün geçireceksiniz-aslı yok
önünüze engel çıkmayacak-sallama
ilişkileriniz gün geçtikçe kuvvetleşiyor-yalan
bir aile büyüğünüzün iş konusunda size destek olacak-ne alaka
sırt ağrısı çekebilirsiniz-doğru

ulan sırt ağrısı çekebilirsiniz ne demek yaaa
hani bir günde şöyle güzel bir fıstık seni bulacak yaz o da olsun.
oda buldu aslında ama ben onu bulamadım daha, çok uzak
ama çok güzel
çok güzel
ama
çok uzak

uzak-güzel

uzaktan herşeymi güzel
hayır aslında yakından daha güzel
hayır




tv yayını xenA

eskiden bi zeyna vardı savaşçı prenses =)
elinde ki bumerang ile az; kafa,kulak,dudak,el,kol,parmak,yukarıdan aşşağıya doğru(genelde düşmanın geliş-gidiş yoluna doğru konumlandırılmış.) tehlikeli bir şekilde sallanan ve koparılmayı bekleyen ipe bağlı ağır nesneler;taş,tahta köprüler,direk,piyano, koparmamıştır. pardon, piyano genelde koşarken road runner'da ki çakalın kafasına düşüyordu :D :D  saçmaydı ama yine de eğlenirdik,komikti yani


eskiden, televizyonda izlenecek birşeyler de yayınlanıyordu sahi.

power rangers
zeyna
bide alf vardı ama onu hayal meyal hatırlıyorum.
sonra bunların yerini
digimon
pokemon
yu-gi-oh aldı
ama bunların hiç biri de umrumda değildi. vakit geçirecek bir oyun konsolum varken...
konumuzdan da fazla sapmadan.. vay vay vay bumeranga bak.


warrior princess <3

13 Mart 2012 Salı

bu şiirimsi yazıları

ya da adı  herneyse artık yazmayı sonlandırdım. yayına koymadığım çok sevdiğim yazılarım da vardı ama okunmadığı,pek kâle alınmadığı için yokolmuş.

birşeyler
her
zaman
ters gider

o yüzden birşeyler iyi gidiyorken onu sonlandırın, ve birşeyi sorunsuz bitirebildim
demenin hazzını
yaşayın.

bazen

ba
ze
-n
ben bazen oturuyorum. öylece hiçbir şey yapmadan saatlerce oturuyorum. bazen dışarıya çıkıyorum, sıkı giyinip, yayla caddesi'nden aşağıya doğru süzülüyorum. bazen arkadaşlar arıyor, bazen ben başka birisi olabileceğime dair bir düşünceye kapılıyorum. bazen, çocukluğumu geçirdiğim mahalleme gidip küçüklüğümü izliyorum,özlüyorum. bazen çok şiddetli bir rüzgar esiyor. ben bazen eve dönmeyi istiyorum. bazen masadan kalkıp giderken, ardımdan edilen sitemleri duyamıyorum. bazen ben hatırlıyorum, hatırlayamıyor olmayı istiyorum. bazen dalıp gidiyorum, "dalıp gittin yine" diyor bana, bazen camın kenarında insanları izliyorum, bazen camın kenarına bir kırlangıç geliyor, bazen gelmiyor.

ben bazen duruyorum. bazen durunca nefes nefese kalıyor, arkamda koşarak geçtiğim yola sanki birini bekler gibi bakıyorum. bazen sanki biri gelecek gibi oluyor, bazen gelmiyor. bazen, bazen o kadar çok bazen oluyor ki, eski sözcüklere bakıyorum. bazen o gece uyumak istemediğime dair bir inanç kaplıyor her tarafımı, bazen gecenin kör vakti kafamın estiği bir yerler'e yürüyorum. bazen ilaçları alıyorum, bazen almıyorum. bazen sabahın kör vakti, eve giderken, bazen susuyorum.

ben bazen susuyorum. bazen susunca kendimden, bazen sarhoş olmayı deniyorum, bazen olduğumu sanıyorum. bazen elime iyi bir para geçiyor, bazen harcamayıp, bir kenara atıyorum. bazen ben paramı nereye harcadığımı unutuyorum. bazen babam sarhoş oluyor, ben bazen babama çok özeniyorum. bazen havada esen o soğuk rüzgarın yanağımı jilet gibi kestiğini hissediyorum. bazen kar yağmasını istiyorum, yağıyor, ertesi gün güneşe ihtiyacım olunca, pırıl pırıl bir hava. ben bazen bir duvara yumruk atıp, küfrederek ağlamak istiyorum. bazen ağlayacak gibi oluyorum. ben bazen ağlayamıyorum ve bazen o kadar çok bazen oluyor ki, eski defterleri açıyorum.

bazen öyle sihirli anlar bahşediyor ki hayat, ben mucize sanıyorum. ve bazen mucizeler oluyor, sonra ben oturuyorum, öylece hiçbir şey yapmadan saatlerce oturuyorum ve "dalıp gittin yine" diyor bana.

ben de bazen dalıp gidiyorum işte, bazen uzak, bazen hoyrat ülkeye.


yakın zamanda yazdığım eskiler


birde bazen sözler gönülden çıkmalı
sevginin arada bir çıktığı gibi
bu durumu gözlerede öğretmeli mi?
sahi ne kadar zaman geçti birşeyler öğrenmeyeli
kaç yaşında ögrendik ki buz'un eridiğinde su olduğunu
yağan kar'ın ne olduğunu bilmeden
şimdi bana nasıl öğretecekler sevgiyi
değer bile vermeden?
rüzgarda kırılan ağaç yaprakları mı
yada gün batımında ki güneşmi onları küstüren
yoksa suçu sürekli üstlenen gece mi onları yere düşüren
nereden öğrenmeye başlasam diye düşünmeden
vazgeçer miyim hiç düşünmeden?
karda açan o çiçeğin rengini beyaz sanmıştım hep
yeşil rengi doğru öğrenememişim demek ki ben
sonbaharda mı döküldüğünü zannediyordun yaprakların
yazık, seni de kandırmışlar çocuk
tıp
-kı
beni kandırdıkları gibi..

ve son olarak sevgili arkadaşım

evet

ne kadar karşılıklı olursa olsun, fazlasını alan kişinin, veren kişiye eksilttiği duygu. ne kadar seversen, karşındaki o oranda eksiltiyor sevgisini. senetsiz sepetsiz bir garanti gibi görülüyor çünkü. sevgiden daha yüce duygu var mı? bunun gerçeğini bize kaç kişi verebilir? merhamet de yüce bir duygudur örneğin. bunu ve diğer yüce duyguları içinde toplayan tek şey sevgi. nasıl oluyor da, istismar ediliyor? şaşıp kalıyorum.

sevgiyi harcamayı seviyor insanlar. paradan çok daha kolay ve çabuk harcıyorlar. dünyada hiçbir şey, insanı sevgi kadar mutlu edemez. para, eşya, gezmeler tozmalar, tatiller, dinlediğimiz müzikler hep sevdiklerimizle güzel. arkadaşım öldü bundan 16 sene önce. dünyayı gezdir bana, içinde trilyonlar olan kocaman bir kasa ver, özlemimi gideremez-sin. onun hayatta olduğu anlar kadar mutlu edemezsin. annesinin ikimiz içinde sürdüğü çokokremli ekmek,babamın işten geldiğini gördügümüzde bana aldığı cipsin aynısından ona da alması, cebimizdeki paranın toplamı en ucuz gofrete bile yetmiyordu ancak, karşılıklı kahkaha attığımız fotoğraftaki o an için çok şeyimi feda ederdim. hayatı güzelleştiren şey bizi sevenler ve sevdiklerimiz. her şey tükeniyor. parasızken bile, sevenlerimiz varsa mutlu olabiliyoruz. tamamen, kökten mutsuz olmuyoruz. teselliler, yardımlaşmalar, yakınlıklar ilaç oluyor.

tek seveninizin kalmadığını düşünün bir an için. "kum gibi param var. hasta olursam,veririm parasını. birisi bana bakar." sözünü de asla kabul etmiyorum. hiç kimse, sizi seven birisi gibi bakamaz. hoyrat davranır. sevgi bize refah bir hayat veremez belki, altımıza araba çekemez, villa anahtarı veremez ama milyarlarca lira da, gerçek sevgiyi sağlayamaz. buna rağmen zor günümüzde dünyalara değecek desteği bize ancak gerçek sevenlerimiz verir.

aşk ilişkilerinde, sevgi daha beter kullanılıyor. "hahayyyt! beni seviyor. bu ilişkide, sırtım yere gelmez." inancı, kişinin kendisine zarar veriyor aslında. bu inançla aynı cümleyi tekrarlarken, son heceyi, yere boylu boyunca uzandığı için söyleyemeyen nice kişiler tanıyorum. sırt yere geliyormuş demek ki. çünkü sevgiye değer veren birisi, o güzel duyguyu yıpratan, hor kullanan birisinden geri alır. bu istismara dayanamaz. geri alır. o sevgiye sahip çıkar ve sahip çıkacak birisine saklamak için geri alır. eninde sonunda...

sevgiye devam

...bazen,bazı şeyleri çok konuşmamak lazım belki. bunlardan biri de sevgi. herkes, her yerde sevgiden bahsediyor ama bahsedenler nefret dolu çoğu zaman. bu durumu ben şu şekilde yorumluyorum. bir kelimeyi peş peşe çok sayıda tekrarlayınca, bir süre sonra anlamsız gelmeye başlar. bu da sanırım beynimizin algısıyla ilgili bir durum. işin bilimsel açıklamasını bilmiyorum. sadece pratikten, cahilane birkaç çıkarımım oldu.

sevgi kelimesi de, şarkılarda, filmlerde, dizilerde, günlük hayatın her kesitinde, kitaplarda ve aklımıza gelen gelmeyen her yerde o kadar ağızlarda çiğnendi ki, artık bu kelime bir anlam tükenmesine veya erozyonuna uğradı. öyle bir noktaya geldi ki malesef, sevgi deyince "acaba benden bir şey mi koparmaya çalışıyor" diyebilen insanlar bile görüyoruz.

sevgi, bu dünyanın kan gölüne dönmesinin önündeki tek engeldir. azgın öfke ve nefret nehirlerini dizginleyen bir barajdır. ve terminoloji canavarları, sürekli büyük büyük beylik laflar üretmek için çaba gösteripte o söylediği lafların milyonda birini hissetmeyenler, bu sözcüğü artık sakız gibi ağızlarında çiğnemekten vazgeçmeli. çünkü bu kavram insanlığın barış içinde dünyada yaşamasını sağlayabilecek yegane vizyondur. beynimizde varolan anlam eşleşmesini tahrip etmemeli veya o anlam kasesinin içindekini tasarruflu kullanmalıyız. bunu da, bir gün gerçekten ona ihtiyacımız olduğunda, onsuz kalmamak için yapmalıyız.

bir korku filminden bir sahne düşünün. katilden "ne olur yapma" şeklinde merhamet dilenen bir insan hayal edin. bu gerçek dışı bir sahne değildir. insanlığın, çok acımasız despotlara dönüşebileceğini, tarih bize öğretti. bunu yeniden öğrenmeye ihtiyacımız yok. eğer medeniyetin kurucusu, mızrak atıp öldürmek yerine, küfür etmeyi tercih eden kişi ise, biz de bu çıtayı binlerce yıldır neden daha yukarı taşıyamadığımızı ve binlerce yıldır küfür etme aşamasında yaşayan ve nezaketi öğrenemeyen, gerçekten çıkarsız şekilde birbirini sevemeyen insanların hala varolduğunu masaya yatırmalıyız. sevgiyi, ağızlarda çiğneyip tüketmektense, sevgisizliği tartışmaya açmalıyız.

voice of an angel

http://www.youtube.com/watch?v=iyfHjzZJLLE

sevgi mi?

sevgi;

enfes olay.

ne kadar seversen o kadar sevilirsin diyorlar.. elbet sevdiginde bunun genelde sana bir çesit dönüşü oluyor.. ama sen sevilmek icin sevmiyorsun ki.. önce seviyorsun, sevilmemeyi de göze alarak, sonra seviliyorsun genelde. ve sen çoğunlukla o kadar sevgi dolu oluyorsun ki sevilmedigini fark etmiyorsun bile çogu zaman, önemsemiyorsun, es geçiyorsun, negatif enerjileri kendine bulaştırmıyorsun. kendi ruh saglıgın, kendi mutlulugun için seviyorsun insanları..

insanlara sevgi dolu davranırsan sana iyilik geri dönecektir diyorlar.inan ki 23 senelik hayatımda hic böyle bir sey görmedim.. insanlar senin davranıslarından bagımsız olarak free-sytle takılıyorlar genelde.. onlara iyi davranıp sana iyi davranmalarını beklemiyorsun. icinden öyle geldigi için iyi davranıyorsun, karşılığı dönerse sana bonusu oluyor.. iyilik yap denize at hesabı.

bu konuda söylemek istediklerim de bu kadar  değil ayrıca.

12 Mart 2012 Pazartesi

nefret


son nefesimi vermeden önce bir defa da olsa tatmak istediğim duygu. 


hayatımı altüst eden, beni üzen, kıran, hatta benden nefret eden insanlara karşı bile duyamıyorum, hissedemiyorum bu duyguyu. en fazla bir ya da iki gün süren kızgınlığım, öfkem oluyor. belki olay anında yoğun tepki veriyorum. vuruyorum, kırıyorum hatta karşımdakine, eşyalara fiziksel zarar veriyorum ama nefret hissedemiyorum. 


nefret duygusunu yaşayan insanlar daha güçlü insanlar oluyor, imreniyorum onlara. ben ise; bana işkence eden kişiye bile tepki verdikten sonra "acaba kırdım mı? özür mü dilesem" diye günlerce kendi kendini yiyecek güçsüzlükte biri olarak yaşamaya devam ediyorum...


nefret yoksa hayatınızda güçsüzsünüz, güçsüz olmaya mahkumsunuz..

yağmur

pencerenin ardından baktığım zaman hep aynı gözüküyor. sokak lambasının aydınlığında, tane tane.

nefesimi onun süratiyle uyumlu hâle getiriyorum. belki de bu dünyaya ancak böyle bir uyum sağlayarak aidiyet hissedebilirim. kendimi bu aitliğe kaptırıyorum, damlaların yere çarpma sesi fon müziğim oluyor. ve her damlayla birlikte nefesim de yere çarptığında parçalara ayrılıyor, bozuk asfalt yolda yitiyor. gökten yere kadar geçirilen o rüya gibi zaman da son buluyor... bitiyor; her şey gibi.

ama izlemeye devam ediyorum.

'yağmur herkese eşit yağar' diyorlar.kıskanıyorum onu.ben de yağmur olmak istiyorum.herkesin üstüne aynı şekilde yağmak, herkesi eşit ıslatmak istiyorum.sadece su damlası olmak istiyorum ki; bakıldığında aslında başka bir şey olmadığım görülebilsin.belki o zaman yanlış anlaşılmam işte, belki o zaman insanlar beni olduğum gibi anlar ve ona göre davranırlar.kimisi ıslanmamak için şemsiyesini açıp hızlanır, kimisi de iyice yavaşlayıp beni sevdiğini bir kez daha hisseder. ve tüm şüpheleri, korkuları ve yanlış anlaşılmaları mazgala süpürürüm.

işte o zaman, her şey eşitlenir.

böylece, kendimi gerçekten sevdiğim insanlara anlatabilmek için aylarımı, yıllarımı, onlara sevgimi gösterip onları mutlu edebilmek için tüm enerjimi, hayatımı, emeğimi, sevgi ve masumiyetimi harcayıp yine de yenilmiş olmam.

yağmur olmam yeter.sadece yağmur.

sadece; sokak lambasının aydınlığında yağan, insanların nefesiyle uyumlu bir yağmur...

önce sadece ben vardım. kendi kendime konuşuyordum dostluk üzerine. sonra dostluk benimle konuştu, “oh be, kendimi buldum,” dedi bana, “sizinle.” sonra özlem geldi, “ben de,” dedi, “ama çok çalışıyorum son günlerde sizin yüzünüzden.” öfke baktı bana şefkatle, “bana yer yok, gitti diye kızılmaz kimseye,” diye teselli etti. teselli geldi sonra, “görüşeceksiniz, göreceksiniz birbirinizi yeniden.” görmek geldi sonra, gülümsedi.

9 Mart 2012 Cuma

sevgi


üzerine titrenmesi gereken fidan. insan nazarında o fidan hiç büyümemelidir. öyle ki, başkaları baktıkça o fidanın evvela sağlıklı bir ağaç olarak serpilip büyüdüğünü ve zamanla dev bir çınara dönüştüğünü görebileceklerdir. her yaprağında bir şefkat damarı, bir anı damlası, bir tatlı söz yeşili, gülen gözler parlaklığı, sebepsiz bir tebessüm.. adeta kılcal damarlar gibi farkedilecektir, yakından bakanlar için.

ruhuyla ağacı besleyen ise; bir kapris karıncasından, bir kavganın yaprakları sarartmasından, bir başka aşığın gelip bu ağaca elindeki çakı ile kendi ismini yazmasından endişe edecektir. çünkü o hep fidandır. öyle bir fidan ki, kendisinden başka hiç kimse o fidana gerektiği ilgiyi gösteremeyecek, onun kadar sahip çıkamayacak ve benimseyemeyecektir.

böylesi bir sevgiyi tuhaf görenler, çınarın köklerini görmeliler ki sevginin beslendiği derinliği idrak edebilsinler.

bir özdemir asaf şiiri


bir türkü söylediler, duydunuz mu 
bir kuşu vurdular gördünüz mü 
böyle neden susuyorsunuz böyle 
güzelliğiniz çoğalıyor, öldünüz mü

çocukluk...


toprağı suyla karıştırıp çamur yaptığımız zamanlar vardı bizim. neşemiz çamura, çamur neşemize karışırdı.
burnumuza kadar bulaştırıp o çamuru, sefkatli ellerden fark edip silmesini beklerdik.
velettik kısacası.


bilyelerimiz vardı.
misket büyüklüğünde bir heyecan gelip otururdu böğrümüze her yeni parlayanını gördüğümüzde.


dizlerimizde yaralarımız vardı. itişmekten, kakışmaktan, top peşinde koşmaktan. 


hıçkıra hıçkıra ağlayabilme özgürlüğümüz vardı.


elim sende oyunumuz vardı. 
ki ellerimiz hep hoşlandığımız küçük kızda kalırdı.


devamlı birileri ne yapmamız gerektiğini söylerdi.
''otur, sus, gel, uyu, ye...''
velettik yani kısacası.
kısacık şirin veletlerdik.


ne oldu sonra?
hatırlayan var mı?


bazen birileri öldü. büyüdük.
bazen aşık olduk. büyüdük.
bazen aşık olduğumuz öldü. büyüdük.
aşık olduğumuz bizi öldürdü bazen. daha çok büyüdük.
hep birinci olmaya çalışırken olamadık çoğu zaman.
her istediğimiz olmadı. istemekten vazgeçmedik hiçbir zaman.
hayal kurmayı bilyelerimize hapsettik.
çamur attılar saflığımıza.
kaldı izi.
büyüdük.


içimizdeki çocuğu aldırdık.
her yer kan revan...


ah! yirmili yaşlar...
farkındalık, cahillikten daha korkutucudur.
hep daha çok farkında, hep daha çok özümseyerek ilerlemeye çalışırız.
büyürüz kısacası.
bir daha da kısalmayız.


arada göz kırpar o çocuk içinizden.
ben o anlarda bilyemi çıkarırım hemen cebimden, avcumun içinde sıkar, sarılırım ona.


arada göz kırpar o çocuk içinizden.
sarılın ona!

7 Mart 2012 Çarşamba

günün anlamı

           


                                                      Müzik hayatsa,Kadın her ritminde
http://www.youtube.com/watch?v=pyDaQDVJe_4


Ben melanet hırkasını kendim giydim kime ne
Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne

Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi
Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni

Haydar Haydar ,seyreder  âlem  beni
Haydar Haydar ,seyreder  âlem  beni

Sofular haram demişler, bu aşkın badesine
Ben doldurur, ben içerim, günah benim kime ne
Haydar Haydar ,   günah benim kime ne
Haydar Haydar ,   günah benim kime ne

Nesimi'ye sorduklarda o yar ilen hoşmusun
Hoş olayım olmayayım, o yar benim kime ne
Haydar Haydar, o yar benim kime ne
Haydar Haydar, o yar benim kime ne
Haydar Haydar, o yar benim kime ne

http://www.youtube.com/watch?v=ef-4Bv5Ng0w&list=FLCsYcmr9y65_RZzWsbThhDQ&index=3&feature=plpp_video

gölgesinde,geçmişin


zaman duyguları değiştirse de güzelliğe fazla dokunmuyor.belkide güzelliğe doyamıyor. hep aynı görebilmek için öyle bırakıyor onu. olabilir mi? kendine mi saklıyor yoksa..
bazen bi insanla karşılaşırsın yolda. yıllar öncesine ait. bi ara çok şeyler paylaşmış olman ya da “bi tanıdık”tan öteye gidememiş olması önemli değildir. artık hayatında olmayan bi insandır o. yüzeysel bi kaç soru sorduktan sonra farklı yönlere gitmek adettendir. aynı yöne gitmek şüphe uyandırır. acaba tekrar bi yeri olabilir mi o insanın. bilemezsin..aradan geçen yıllarda başına neler gelmiş; bilemezsin. suratına bakınca okuyamazsın insanların acısını. öyle olsaydı eğer herkes sana güleryüzlü olduğunu söylemezdi. soramadıkların vardır, bi kaç yıl kaç dakikaya sığar ki; merak edersin..
“hiç değişmemiş” dersin, “hala o eski insan”, “zaman ne fayda” dersin acırsın bazen kayıtsızlığına. bazen “ne kadar değişmiş” dersin, tanıyamazsın ne tipini, ne sesinin tonunu. ama 
ortak bi arkadaşınla görüştüğünde anlatma gereğini hissedersin. bazen dalga geçmek için tavrına, bazen kendini yüceltmek için hayat karşısında. dedikodusu yapılır genelde. “bilmem kim değiştirdi onun hayatını”, “hiç gitmeyecekti o şehre”, “o adamla da evlendi ya helal olsun” lar havada uçuşur gölgesizce.
paniğe kapılırsın bazen otobüste karşında oturan adamın bi terörist olduğunu ve silahı doğrultup seni öldürüceğini düşünürsün. illa ki duyulur; ölüm bu. duyar mı acaba? ya da hayatımdan yıllar önce kopup da hayatta olmayan var mıdır acaba.. duymamak imkansız değil mi..
hiç birşey imkansız değil! beynimize kazınmaya çalışılan bi düstur; öğrenebilmek için cümle içine kullanmak gerek. yoksa benim için hala ay sonuna para ile girmek imkansız. 
aşamadıklarımız, aştığımızı sandığımız şeylerin kaç katı? bildiklerimiz hiç duymadıklarımızın kaç milyonda biri?
 hayatımızdan geçmiş insanlar ne kadarbırakır senden, ne kadar alır götürür bi fikrimiz var mı? hayata dair herhangi bi fikrimiz var mı?
sev beni,seveyim seni deyimini neden bu kadar önemsiyoruz. bu insan trafiğinin psikolojimize etkisi ne?
gel gitlerden kaçarken sürekli aynı noktada durmak ne kadar umut verici. geçmiş ve geleceğin 2 yönlü sıkıştırdığı bi noktada ayakta kalabilmenin tek sebebi bu mu? 
istemiyosun artık başkalarının sırlarını duymayı. seninkiler senden de fazla yer kaplarken hayatında.. daha fazla ağırlaştırmasın seni önemsemeyen insanların sırları..
kafayı çevirip görmemek mi lazım eskileri.. yeniler zaten başlamadan bitiyor hep. şimdikiler eski olana dek ve yeniler şimdiki, ve biraz daha duymamak için insanları-artık vazgeçtiğin insanları-,yapacak bi şey gelmiyor aklına..geçmişinin nefesi bi adım arkandan geliyor, gölgenden beter..derin bir nefes bile alamıyorsun..

6 Mart 2012 Salı

tesadüfen



havanın soğukluğu ciğerlerime işliyordu dakikalardır.yere düşen her bir yağmur damlasının yer yüzüne yaydığı o senkronik sese kaptırmıştım kendimi beklerken. düşünüyordum. konuşuyordum. yürüyordum. bağırıyordum. susuyordum. gülüyordum. ağlıyordum. kavga ediyordum. ölüyordum. yaşıyordum.izliyordum..
otobüsün tavanıyla uzaktaki lambanın oluşturduğu algı düzeneğine dalmış yağmurun düşüşünü izliyor; sessiz, bir o kadar da huzursuz şekilde. kaç dakikadır orada, neden bir önceki otobüse binmemiş, niye soğukta bu kadar bekliyor, kendi bile bilmiyor artık, unutmuş vaziyette hepsini. aklımda öyle düşünceler peydah oluyord ki, farkındalığını sorgulayabilecek durumda değil. bir kadının yanaştığını hissediyorum, hafif kımıldıyor. yüzüme bakıyor kadın. otobüsün saatini soruyor, cevap veriyorum. ellerimi cebimden çıkartıp sırt çantamın ön gözünü açıyorum, müzik çalarımı çıkarıyorum. kulaklarını bir garip yapmışlar bunun, dış dünyayla tüm alakanı kesiyorsun. dışardan ses ulaşmadığı gibi, müziği de dışarıya vermiyor. hep istediğim gibi ama bu da kulağıma basınç yapıyor hem de sol kulaklık oturmuyor kulağıma. zaten hep kulaklıklarla kavga etmiştirim. muhakkak bir şekilde bana yamukluğunu yapmışlardır. işte, bir tane insanoğlu daha. ağzı hareket ediyor, sesler çıktı sanırım ses tellerinden. yüzüme bakıyor, muhtemelen saati sordu. duymadım, cevap da vermiyorum bu yüzden. hala bakıyor. yüzünü çevirdi. sıranın sonuna geçti, neler düşündü acaba benim için. bencil? duyarsız? umursamaz? ya da terbiyesiz?


bir kız yanaşıyor yanında otobüs durağının camına yapıştırılmış hareket tarifesine bakmak için,okul bitimi eve dönüyor muhtemelen. genç bir kız, 20 yaşlarında belkide görmemiş, çok güzel. ipek gibi saçları ,kaşları çok keskin. dudaklarına ruj yerine bal sürmüş gibi adeta.gözleri temas halinde insanın ruhunu eritiyor.fazla acelesi yok gibi, anlaşılıyor. iki de arkadaşı var yanında, mahalledendir belki de çocukluk arkadaşları.veya bir zamanların ötekileridir belki.  sıraya geçmiyorlar, önde, kenarda gülerek birşeyler anlatıyorlar birbirlerine.sonunda vedalaşıyor galiba. sırada bir sürü insan var, dikkatini çekiyor. dikkatimi çekiyor. sıranın en önüne geçiyor. otobüse en önden biniyor. izliyorum;
birden bire heycanlanıyorum. kan basıncım çok hızlı nüksediyor,damarlarım genişliyor adeta. göz bebeklerim küçülüyor.aynı oranda baktığım o kız daha güzelleşiyor yaklaştıkça.o an hiçbirşey düşünmeden sadece bakmak istiyorum.yanına gidip konuşmak. konuşamasam da izlemek o ufak saniyeler hatta saliselerin bile dakikalar,saatler kadar uzun  olmasını istiyorum..


yanına yaklaşıyorum omuzuna dokunmamla bana dönmesi çok ani oluyor.


+selaa....m
-selam
+affedersiniz sizi birisine çok benzettim. o yüzden gelip şey,pardon çok özür dilerim.
(ama bu nasıl olabilir aynı ona benziyordu,evet emindim.aynısı gibiydi o gözler.. hayır mümkün olamaz böyle birşey)
-sorun değil. insanlar birbirine benzeyebilir. o yüzden özür dilemenize gerek yok.
+......
+....
-bu kadar şaşkın ve şoke olduğunuza göre değerli birisi olmalı
+....
-......
-özür dilerim yanlış birşey söyledim galiba
+hayır. tüm yanlışlık bende.uzun zamandır görmediğim,çok sevdiğim bir arkadaşıma benzettim.o yüzdendir bu şaşkınlığım. ona o kadar çok benziyorsunuz ki. şu an sizi seyrediyorum galiba.
-hiç sorun değil.
+..nnnneyse tekrar kusura bakmayın. size iyi günler.
+(hayır o kadarda benzemiyordun belki de, sadece biraz andırıyordun. hem senin tırnaklarında yenmiş.
burnunda çok büyük.hatta kibar da değilsin. ses tonun bile çok itici.mimiklerin de. sus konuşma daha lütfen cevap verme, o sesini duymak istemiyorum. şimdi burdan uzaklaşıyorum.indikten sonra tekrar dönüp bakmak gerekicek sana, sakın kapılar kapandığında göz teması da  kurma benimle.)


nerde inmiştim?burası neresi? umrumda bile değildi. sadece uzaklaşmak istedim hızlı adımlarla.




müzik çalarda black çalıyor.


kapşonu çıkartıyor, koşma gereksinimi hissediyor. koşmalıyım. insanların içinden kaçmalıyım. sinirlerimi bozuyor bu düzen, insanların bu kabullenmişliği, bu sinir bozucu ezikliği kabullenmişliği, midemi bulandırıyor. sabah uyan, giyin, evden çık, insanların içine karış. otur işini gör, akşam olsun. kalabalığa karış, evine dön. makine miyim ben? nefesim kesiliyor. ne zamandır koşmuyorum, bacaklarım bana küsmüş. birazdan bi kramp girerse hiç şaşırmam. biraz daha koşarsam nefes alamayacağım, sanırım dalağım şişti. bana bakıyorlar.. ne bakıyorsunuz diye bağırasım var, ne bakıyorsunuz diye haykırasım. hiç mi bunalan insan görmediniz? hiç mi daralmadın sen güzel insan kardeşim niye bakıyorsun bana öyle? sen sen, niye korna çalıyorsun arabanın içinden? hiç mi kaldırıma park etmedin de yolunu kapatıyorum diye bana kornanla çemkiriyorsun? bi araba sahibi oldun diye asfaltları sana mı zimmetlediler? sen çok mu anlayışlısın sanki? kalkıp koşmalıyım, kaçmalıyım, uzaklaşmalıyım, kurtulmalıyım, atmalıyım üzerimdeki ağırlığı. kulaklarımda biriken milyarlarca insanın sesinden kurtulmalıyım, zihnimi temizlemeliyim. kaçmalıyım, kaçmalı.


telefonu çalıyor bu esnada, daldığı yerden sıçrıyor yeniden. arkadaşı arıyor. konuşuyorlar, yine birşeyler istiyor galiba.bir istek tortusu var konuşmalarında. yardım istiyor ondan, yardım ediyor. otobüsün kalkmasına 2 dakika var. kuyruk uzadıkça uzuyor. beklemek. işte insana giydirilen en sıkıcı elbise. kolları sarkıyor üst bölümün, boynuna ağırlık olarak biniyor. paçaları dolanıyor ayağına. yürüyemiyor. bekliyor, bekliyor. otobüsün saati geliyor, şöför gelmiyor. beklemek zorunda mıyız şöförü biz? bir sürü insanı bekletme hakkı var mı onun? hem saati gelmiş yok ortalıkta. ben niye bu kadar sorumsuz olamıyorum, hiç anlayamıyorum kendimi. insanlara ne demeli ya da. hepsi suspus olmuş, şöförün keyfini bekliyorlar. şöför gelicek de, kapıyı açıcak da o kadar insan binecek. ölme eşşeğim ölme. karşıda hareket amirliği var gidip şikayet etmezsem ben de.


- kardeşim nerede bu otobüsün şöförü? hareket saati geldi, geçiyor!
- hangi hattın şöförü gelmedi?
- şu karşıdaki işte baksana önünde koyun sürüsü gibi insanlar bekliyor
- o hattın bu saati iptal beyfendi, bi sonraki otobüsle gidebilceksiniz ancak
- ne demek iptal, madem iptal oradaki tarifede niye duruyor saati? dalga mı geçiyorsunuz insanlarla?
- unutulmuştur yoksa güncellendi tüm listeler niye dalga geçelim
- nasıl unutulmuştur yahu, böyle düşüncesizlik mi olur? nasıl bi sorumsuzluktur bu!
- bağırmanıza gerek yok bi sonraki seferle gidersiniz olur biter
- yok ya çocuk mu teselli ediyorsun kardeşim, böyle saçmalık mı olur, bu kadar insanı soğukta yağmurda bekletiyorsunuz bi de pişkin pişkin bi sonraki seferle gidersin diyorsun, terbiyesizlik bu yaptığınız
- ne yapalım kardeşim şöför mü doğuruyoruz burada yok işte şöför
- sen ne işe yarıyorsun burada, boş boş oturacağına bi işe yararsın işte burada boşuna oksijen tüketiyorsun
- çıkartma beni dışarı terbiyesiz herif söylediğin lafa bak..
-(keşke, keşke ama keşke ordan çıkıp o isteğimi  gerçekleştirebilsen  )


şöför geliyor, kapıyı açıyor. daldığı yerden yine arkasındaki kızın dokunuşuyla sıçrıyor. otobüse doğru atıyor adımını, hareket amirliğine bakıyor. özür diliyor yine içinden. gidiyor, en sevdiği koltuğa oturuyor.
ne çok olay yaşamıştı kısa bir süre içinde. hala şoktaydı belkide. aklı karışık,bütün duygular birbirinin içine geçmiş kör bir düğüm oluşturmuştu yüreğinde.biraz hüzünlü,biraz sevinçli,derken bir anda gamzesinde ki ıslaklığı fark etti. asla bilemezdi, belki gözünden gelmişti,belki de gökyüzünden..


müzik çalarında  ayışığı sonatı, mikhail pletnev çalıyor. başka kimse gibi değil çok başka çalıyor bu adam.yüksek sesle dinleme gereksinimi hissetti... tutuyor bu kez kendini. başını cama yaslıyor.ve otobüs hareket ediyor.




http://www.youtube.com/watch?v=_f1Mgw8xloE
























5 Mart 2012 Pazartesi

insan


en iyi değilim, en kötü de.
en cömert değilim, en cimri de.
en kibirli değilim, en mütevazı da.
hiç kimseyi kandırmamış değilim, herkesi aldatmış da.
kimseyi yarı yolda bırakmamış değilim, herkesi satmış da.
hep iyiliğimden kaybetmiş değilim, kötülük yapa yapa kazanmış da.
çok başarılı olduğum günler de oldu, dibe vurduğum da.
sevgi dolu değilim, nefret dolu da.
barışçıyım, biraz da savaşçı.
biraz güçlüyüm, biraz zayıf.
biraz iyiyim, biraz kötü.
iyi, kötü…
insanım…


                           a.e.d.

iyi niyetli olmadığına kanaat getirildiğinde hayattan kolayca, en azından vicdan azabı olmadan çıkarılabilen. 


bir çok arkadaşım oldu bugüne kadar. gerçekten çok fazla sayıca. insanlarla hep derin ilişkiler kuran bir insan oldum hayatım boyunca. çok fazla insanın çok fazla özeline vakıf oldum. hani bir top list vardır ya, bana söylenene göre ve kendim gördüğüm kadarıyla da, onun hep ilk beş sırasındaydım bir şekilde. ben de aynı kişilere aynı değeri veriyordum, daha azını değil, ama öyle olması gerektiği için değil, gerçekten öyle hissediyordum. bu insanların bazılarıyla bir gün bir şekilde bitti ilişkilerim. kimini değiştiği için ben çıkardım, kimiyle araya hayat şartları girdi.  değişim kötü bir şey değildi bana göre, zira insan hayatında kaçınılmaz bir süreçti. ancak bu insanlar negatif yönde değişince artık yanımda olmalarını istemedim. sonra insan almadım uzun süre, belki bir veya iki kişi, derinini görebildiğim...


yorgunluğum geçip de düşününce anladım. insan böyle bir şey işte, iyi niyetini ve masumiyetini tamamen koruyamıyor. çoğu zaman kendini düşünüyor. belki bu kötü bir şey değildir ama manipülatör oluyor bir noktada. kendi beklentileri karşılansın diye karşısındakini düşünmüyor. karşısındaki bir insan da olabilir, bir olay da... onu düşünmüyor işte o anda, gözü sadece kendi isteklerini ve ona ulaşma yollarını görüyor. işte bu noktada manipulasyon yapmış oluyor, işte tam da o anda iyi niyetini yitiriyor. çünkü detaylı düşünemiyor. çoğu zaman '' hepsine sahip olmak '' gibi yanlış bir mantığa sahip oluyor. yapmak istediği manipulasyon iyi niyetini gölgeliyor.


ve insan tam da o anda tüm çekiciliğini yitiriyor.


insanın en büyük bug'ı manipülatör olması kanımca.
Yaşamın,tasarladıkların ile gerçekleştirebildiklerin arasında gidip gelecek: gerçekleştirebildiklerin
tasarladıklarından hep eksik;
tasarladıkların gerçekleştirebildiklerinden
hep fazla:-

hep,hem eksik,hem fazla olacak yaşamın
-gerçekleri eksik,tasarıları fazla...

hep eksiklikler yaşayacaksın- ve, hep ,fazlalıklar...

yaşamın bu olacak işte :

eksik-fazla