22 Ağustos 2012 Çarşamba


mideye yumruk yemiş gibi olmak... birşeyi olmak istemekle, o şeyi olmak arasında çok zorlu bir yol olduğunu farketmek... ama bazı şeylerin sadece istemeyle, fikir yürütmeyle, mantıkla çözülebilir olsalar bile genlerimizin, alışkanlıklarımızın ve öğretilmişliklerimizin bizi çok zorlayabileceğini üzülerek anlamak... başkasının başına geldiğinde nasıl üstesinden gelemediğini hayretle izlediğin bir durumun, kendi başına gelince seni nasıl enkaza çevirdiğini farketmek...

ama anladım ki her şeye rağmen güçlü olunabiliyormuş, olaylar zamana terkedilip üzerinde yeniden düşünülsün diye saklanabiliyormuş ve zamanı geldiğinde külleri üstünden üflenip aynı sıcaklıkla tekrar kafa yorulabiliyormuş...

yani acı çekiliyor ama birgün bitiyormuş...


acı çekmek hayatın bir parçası.. ama bazen bir ömür için gerekenden fazlasını çektiğinizi de düşünebilirsiniz.. sevdiklerinizi kaybetmemek için herşeyi yapın... ben bunu hiç başaramadım....


öyle acı bir şey ki bu, artık canının yanmadığını hissetmek bile başlıbaşına acı verir.

umrunda olmadığı için mi yoksa artık acının en şiddetlisini dahi görmüş olmandan sebeple mi acı çekmediğini bilemezsin.
birinci ihtimal çok daha iyidir nispeten. neticede umursamamak kötü bir huy da olsa insanı mutlu edebilir. en azından mutlu görünürsün vs..
ikinci ihtimalimiz olan hissizleşmekse tam bir felaket. öyle ki seni üzen her ne ise artık o kadar sıradanlaşmıştır ki artık hissetmezsin o tadı. sulugöz sakızlar vardı eskiden, biz daha kanatlarını bırakmamış meleklerken. o sakızı hatırlatmak iyi olacaktır bu konuda. sakızı ağzımıza atar atmaz o garip tat hemen kendini belli eder ve insanın yüzü ekşir, farklı bir hal alırdı. sadece birkaç saniye sonra ise artık o tada karşı duyarsızlaşırdı duyularımız. ikinci, üçüncü sakızı çiğnesen de o ilk seferki tecrübeyi yaşayamazdın.
işte acı da aynen böyledir, çektikçe alışırsın, alıştıkça da hissizleşirsin.
biri sana yeniden mutluluğu tattırana kadar da acı nedir bilmezsin büyük ihtimalle, ki bu sebepten insanlar çoğu zaman yeni bir aşktan, yeni bir hayattan kaçarlar. mutluluğu tekrar tadıp, ardından tekrar acı çekme ihtimalinden korkar aslında onlar.

saçma geliyor bana da aklımda bulundurduklarım ama yazmaya mecburmuşun gibi söylüyorum ve söylemek ki ne anlamsız, yazıyorum; sade buraya değil aklıma gelen her yere şu aralar bunu yazıyorum. şu acı çekmesi, insana sadece ama sadece yeniden acı çekmeyi öğretiyor. ıspatım da var, hani her günah diğerine daha da yakınlaştırır ya; ilk sigara içip nefret ettiğim günü hatırlarım, ilk aşkı yaktığım ateşe baktığım gün bir daha olmayacak dediğimden arda son aşkım sonrası tek sigara yakışım. paragrafbaşı yaptığım her başlangıç arası biraz daha kısalıyor, arkadaşlar geliyor, keyifleniyoruz. üzülmeyi bırakacağım diyorum -daha çok acı veriyor- sonra o bitiyor gülmeye başlıyoruz. öğleden sonrası sıcak oluyor bazı, güzel kızlar geçiyor önümüzden, hangisi gülüyor kim söylüyor bilmiyorum; kanıma giriyor beyaz güneş tozu, çılgınca gülüşmeye başlıyoruz acıdan kıvranana dek.

yani acı çekiliyor ama birgün bitmiyormuş...

sonra güzel sevgili, sen değilmisin aslında aşkından zehirlendiğim.


yapma be hayat!
ben, acıyı sadece sofrada severim.
bu lüzumsuz cömertlik niye




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder