1 Kasım 2012 Perşembe

hayatım o kadar kötü gidiyor ki şu günlerde,acaba diyorum daha kötüsünü de görecekmiyim
daha kötüsü de olduğu zamanlar bugünlerimi de ararmıyım?
o kadar çok hayal kırıklığı yaşıyorum ki,her defasında daha çok acı veren türden birşey bu.
ah  be yavuz, yıkıldığın zaman altından kalkabileceğin bi hayal kuramazmısın bi kere de
bazen birisi olsun istiyorum,içimde ki herşeyi ona defalarca anlatabileceğim birisi. hatalarıma rağmen beni teselli edecek birisi belki de. sessizliğimle konuşuyorum gün boyu.. konuşmadığım her saniye kendimle boğuşuyorum. bir de ben  bazen insanlara kaldırabileceğinden fazla değer veriyorum. sonra yine en değersiz ben oluyorum, tabi fazla verilen değerin yan etkisi.unutmamak lazım bunu da

30 Ekim 2012 Salı

http://fizy.com/#s/184h7h



sevemedim ben bu günü
sevemedim başından
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan en yanımdan

gelemedim ben oyuna
gelemedim yaşımdan
kovaladım sevdiğimi
yanıbaşımdan her yanımdan

yaşamadım ben bugünü
yaşamadım inadımdan
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan her yanımdan

ellerin uzanmasın
uzak dursun
tenin sakın dokunmasın
hayal etikklerim bana yakışmasın
inancım yok benim

27 Ekim 2012 Cumartesi



Seni düşünerek uyuduktan sonra, sana uyandığım sabahların biri.. Sonbaharın yaprakları gibi duygularım içime dökülüyordu. Ve bu yıl sonbaharın geç gelişi, benim sana ne denli geç kaldığımı anımsatıyordu, sararmış yapraklarda kan pıhtıları eşliğinde..

 Düşüncelerimden uyuyamadığım gecenin sabahında kahvemi hazırlarken duygularım ve hayatla savaşıyordum. İçimdeki karanlıktan köşe bucak saklayıp sana masumiyetimden yarattığım sevgiye rağmen, senin gitmen gerekiyordu çünkü. Benim bu hayata karşı tavrım ve kırılmışlığım senin yanında suratın ortasına atılmış bir dikiş kadar alelade duruyordu.. Gün gelince bakmaya kıyamayacağım gökyüzü mavisi gözlerine karışmış kül rengi bulutlar kadar yanlışım çünkü. Ben bu Dünya’da yanlışın en somut tanımıydım ve senin masumiyetten kırılacaktı kirpiklerin.

 Sonbaharın kucağında doğum gününün, o kusursuz günün ortaya koyduğu sıcaklık içimi ısıtıyordu..

 Aramızdaki mesafelere inat sayfalarca yazdığım doğumgünü mesajlarını görmezden gelip kendimi ilk kapı aralığından dışarı attım. Saatlerin bir an önce geçmesini istiyordum„, benim tüm bu savaşıma rağmen sanki akrep yelkovanı sokmuştu ve zaman geçmek bilmiyordu. İnsanlar durmaksızın konuşuyordu ama duymuyordum, aklımın kıvrımlarında seni düşünmekten kendimi alamıyordum

 Elim telefona gitti. Ama senin mutlu olmanın tek yolu, benim içinde olmadığım bir hayatı yaşamandı.. Ve senin mutluluğun varsa, geriye kalan her şey önemsizdi, hatta duygularım bile.. Eve dönerken aldığım rakı şişesini masanın üzerine koyduğumda, günü zor da olsa bitirmiştim.

Unuttuğumu sandın, belki seni hiç önemsemediğimi. Bu güne kadar sana yazdığım her satırın yalan olduğundan dem vurdun belki. Tam olarak düşünmeni istediğimde buydu, yoksa ben senin masumiyetini karanlığımda gömecektim. Acılar içinde kanayarak da olsa kendimi sensizlikte boğarken, seni mutluluğa ittiğimi sandım.. Seni uzaklaştırmak için söylediğim tüm yalanlar kan tortusu gibi birikti boğazımda, konuşamadım. Ne zaman seni satırlarıma kazımak istesem bir parça gözyaşı mürekkebimi dağıttı, kelimeler masumiyetinden utandı..

Özür dilerim.


Oysa her sabah sana bir gün daha yaklaşıyor olmanın verdiği huzurla uyanan bu varlık, böyle bir günü unutmazdı. Bilmeliydin. Kızmalıydın bana, en ağır kelimelerinle ruhumu kanatmalıydın belki. Senin kirpiklerine kadar dökülen masumiyetine karşın, insanların üstüne basa basa yürüdüğü kaldırımlar kadar yorgun ve kirliyim ben. Kendimi kirpiklerine asıp ömür boyu gözlerinin denizinde takılı kalmayı istemek, günah mıydı? Belki de en büyük günah buydu.

Şimdi; benim derinliğime inat, sığ ve temiz insanlarla, daha huzurlu bir hayat için uzaklaşmalısın benden. Tüm bu düşüncelerime rağmen, senin mutluluğun için senden vazgeçmek bana ölesiye acı veriyor, affet..
 - Ulaşılmazlığım, dokunmaya kıyamadığım; benden uzakta huzurlu günler diliyorum sana. Her şeye rağmen seni bana hatırlatan şarkıyı da unutma..

http://www.youtube.com/watch?v=zva01Q3KBMI

14 Ekim 2012 Pazar

karşıma o kadar iyi insanlar çıkıyor ki bazen, onların bu dünyadan olmadığına inanıyorum.
nedenini bilmiyorum ama uzun sessizliklerim var.  sürekli içimde kurduğum cümleler var uzun uzun, yüzüne söyleyemediğim.


kaçınmak. bakmamak. bakışmamak. konuşmamak.
aslında içten içe, gizlice, kimseye belli etmeden onu okurken, onu takip ederken, onunla ilgilenirken, dışarıdan bakıldığında onunla alakadar olmamak.

duygularını saklamak. hep yaptığımız şey değil mi? kendini saklamak. kapıların arkasıdan her boşluğunda onunla ilgili bilgileri toplarken biri ne yaptığınızı sorduğunda "hiiiç, havadan, sudan", diye geçiştirmek. neden bu takıntılar? neden insan bu kadar kolay bir şeylere saplanır, bağlanır? ama gel gör ki başını eğmeden, gözlerini kaçırmadan, iş açıklamaya gelince yalanların arkasına saklanır, gizler gerçeklerini.



direniyorum
karşı  koyuyorum
belki yine kendime zarar veriyorum.
 bazen yapıp yapmamaya karar veremediğiniz durumlar olur ya, vakit o kadar daralmıştır ki artık seçim hakkınız kalmamıstır.
o kadar çaresizim ki kimseden yarrdım isteyemiyorum.
çıkış yolumu bulamıyorum
her yer ateş içindeyken öylece durup seyrediyorum işte...


30 Eylül 2012 Pazar


uyuyamaz insan erkenden yatsa, yorgun, bitkin ve kirlenmiş olsa da bazen uyuyamaz. kafasından geçen yıldızları, hayatına düşen meteorları toplamaya çalışır. içer ıslak-kuru ne bulduysa içer. unutmak basit fiziksel bir işlem olsa keşke. kimyasal uyarıcı ve uyuşturucu her madde daha da baskılar düşünceleri. güleceğin varsa daha çok güler, ağlayacağın varsa daha çok ağlarsın. dayanacağın varsa daha fazla dayanamazsın. birkaç cümle kurulur, bozulur, kurulur, silinir, kurulur, unutulur.

unutmak güzel şeydir. hiç olmamış gibi yola devam etmek harikulade. kaza yapan bir araçtan çıkıp yanındakini kurtarmaya çalışan çaresiz bir adam gibi çırpınırsın günü gelince. her taraf kan, her taraf kir, her taraf ölüm kokar sessizlik içerisinde. kaza geliyorum der ve o çarpışmadan önce defalarca uyarır seni zaman. benzin bitmiş, fren kilitlenmiş, akü boşalmış, lastik patlamış. yine de gider duvara çarparsın o arabayı. hatırlarsın yaralıyken bütünüyle hayatını. unutmaksa ne güzeldir; kurtarmaya çalıştığın her ne varsa kazayı kolayca unutur. bakarsın bambaşka otobanlarda hız yapıyor insanlar.

deniz kenarına bağlı yalnızlıkları çözmek gerek vakti gelince. başka limanlar bulup, o güvensiz limanların fırtınalarında batmalarına izin vermek gerek. sen yine bildiğin gibi dönersin uykusuzluğuna...

18 Eylül 2012 Salı

hoş geldiniz yağmurlar
yıkanacak çok şey birikti yine
.
.

13 Eylül 2012 Perşembe

http://www.youtube.com/watch?v=pURwCjdM_Tw

yaşamarayış



yaşamadım ben bugünü,

dünü de yaşamadım gerçi. o zaman anlamı ne yarını da yaşamanın; ya da yaşamaya çalışmanın? insanı insan yapan ne var bende olmayan? her şey tamam gibi görünüyor değil mi? neden diye sorması kolay sizin için çok. değer ya da değmez. ama insan olabilmem için bir şey eksik bende. yaşam gücü diyorum ben buna. yaşama gücüm yok diyorum. uzaktan davulun sesi ne kadar hoş değil mi? yaşama gücü yokmuşmuş... yok ama gerçekten. insanlar bir amaç uğruna yaşarlar, öyle değil mi? bilinç üstlerinde olması gerekmez illa bu amacın. çoğu amaçsız gibi görünen insanların bile amacı, aslında genlerinden gelen üreme iç güdüsüdür, soyunu devam ettirebilme güdüsü, ardından gelenlere bir şeyler bırakabilme güdüsü ya da karnını doyurabilmektir, nefes alabilmek ya da her ne boksa işte... ama bir şekilde yaşamak, yaşayabilmek refleks olmuş insanlarda. hayatta kalma güdüsü bu. sırf dünya bir şekilde var olabilsin diye. insanların dünyası... adı her ne olursa olsun: bir şekilde genlerinden gelen bir yaşama amacı ve getirisi olan yaşama gücü vardır insanlar için. peki ya biz? yani biz demekle günümüz insanını kastediyorum. mağara adamı değiliz ki artık karnımız doyunca pek olalım, şen olalım. sikişmek ya da eğlenmek mi sizce hayatın anlamı ya da amacı?. sanırım ben kendi hayatım açısından bunları amaçlamadığımı fark ettim belki de. en azından bana yetmiyor artık. yani yukarıda yazdıklarım elbet şükretmek için yeterli sebepler. ama belki ben daha fazlasını istedim. var bir sebebim bunların bana yetmemesi için. çünkü ben bu zaman için imkansızı istedim belki de. mutlu olmak istedim. sadece mutlu olabilmek istedim. çok çalıştım bu kısa ömrüm boyunca. çok çabaladım. hatta bir keresinde mutlu bile olmayı başardım. hayatımda ilk ve son kez. ilk kez deniz görmüş çocuk gibi sevindim.hiç unutmam, unutamam, hayat buymuş be dedim. gerçekten güzel günlerdi. gerçekten mutluluğun ne olduğunu gördüğüm günlerdi o günler. kısa sürdüler ama. hayatın bonusuydu sanırım bana. karşılıklı aşk bahşedilmişti, bir ömür boyu mutluluk tabelası gibiydi benim için. hiç düşünmedim açıkçası o tabelaya doğru saparken. güzel asfalt bir yol gibiydi hayatın patikaları arasında. tam gaz mutluluğa giden yoldu benim için aşk; karşılıklı aşk...nereden bilebilirdim ki yolun sonunun karanlıklara çıktığını. nereden bilebilirdim ki gırtlağıma kadar çamura saplanacağımı? nereden bilebilirdim ki o yoldan bir daha geri dönüş olmadığını? söyleyin bana lütfen? kim hayatının en verimli ve güzel yıllarında ölmek ister ki? yani en azından sonunun böyle olacağını bilseydim, hiç tanımak istemezdim,hiç güldüğünü görmek istemezdim,gözlerine bakmak istemezdim doğrudan. hiç aşık olmazdım inanın bana. uzak dururdum, ama sonucunda mutlu olurdum küçük, zavallı hayatımda. peki siz? gerçekten mutluluğu bir kere görseydiniz ve tekrar elde edemeseydiniz? küçük şeylerden çıkardığınız mutluluklar yeter miydi size? bir bardak sıcak çay mesela kış günü, ya da bir arkadaş gülümsemesi yeter miydi size? baharda açan çiçekler? ya bir bardak şarap? ya bi nefes cigara? gözünüz kör olsaydı benim gibi; daha doğrusu gerçek mutluluktan başka bir şeyi görmüyor olsaydı, yeter miydi size bunlar? beni aç gözlülükle suçlayabilirsiniz bunun yüzünden. evet suçluyum o zaman ben. hem de kendimi öldürmek suçundan. suçluyum çünkü aç gözlüyüm. suçluyum çünkü hayatta bilmediğim eksik şeyler var.  yeni bir yüzle bir pazar sabahı hiç bilmediğin bir yerde el ele yürümek, doğum günü pastalarımdaki mumların hepsini bir seferde üfleyerek söndürebilmek, dostlarım, babam, arkadaşlarım, o güzel şarkılar, meyli geceler, sevişmeler, gülüşmeler, öpüşmeler, tebessümler, dokunuşlar, evim, uzun sokaklar da sallanarak yürümek, aşklar, sevgiler ya da sevilenler, hayattaki güzel olan her şey ya da belki hiç bir şey; yetmedi bana. yetmedi işte...

kendimi suçlu buldum,evet:kim bilir belkide evrendeki en kötü insanı ben olduğumdan
kendimi suçlu buldum,evet: hergün daha çok kendimi affetmeye çalışmaktan
kendimi suçlu buldum, evet: aç gözlülük sonucu hayatı kendime yettirememekten...
kendimi suçlu buldum, evet: kendimi öldürmeye teşebbüsten.

9 Eylül 2012 Pazar


uzun zaman önce,
çok uzun zaman oldu, hatta çok zaman öldü.bir gün ama öyle bildiğiniz sıradan bir gün değil, çok sıcak bir gün  de değil,yolda yürürken herkes mutlu,birazdan yağacak yağmurdan hiç kimsenin haberi yok.
belli etmeden bende mutluymusum gibi yürüyorum.bitsin istiyorum ama ne yolum bitiyor,ne mutsuzluğum, ne umutsuzluğum,ne çaresizliğim. birazdan tanışacağım o güzel kızdan bile haberim yok.
kulaklığımda bi müzik çalıyor hatırlar gibiyim. http://www.youtube.com/watch?v=LfqpGT3_X7U
ben yürüyorum işte,hiçbirşeyden habersiz ufak tefekte sorunlarım var ama o günden sonra bütün dertlerim bitecek ve tek derdim o olacak.tabi ki bundan da haberim yok.onun da yok.varacağım noktaya geliyorum,o güzel kızla tanışıyorum.
öyle bir an ki,ruhumun bedenimden ayrıldığını hissettiğim o an, kelimelerle anlatamadığım o an,kalbimin dışarı cıkmak istermişcesine attığı o anı unutamıyorum...
o kadar çok uzun zaman olmuş ki,
hergün o kadar çok hissediyorum ki çaresizliğin sabah gözlerimi açar açmaz ruhumda bitirdiği yarışı,geçen her saniye de acımın içinde yerini hiç değiştirmeden kalışını, o kadar bıktım ki artık nasılsın? sorusuna karşın aynı yalanı söylemekten.
hak etmedim ben bunları-
kim bilir bu dünya da  bu cümleyi kaç milyon insan kuruyordur.
hak ettim ya da etmedim,canımı yaktılar,acı cektim,öğrendim haketmesemde acı çekmeyi,iyi bir insan sayılmam belki.. ama o kadar kötü birisi de değilim...
insan hakketiğini yaşıyor bir yerde,ve ben bunu hak ettiğimi biliyorum.

:(


öyle derindi ki gözlerin
uçurumlar birikti dilimde
ne olursun kirpiklerini eğme
tutunacak başka dalı yok düş
ler
i
min

5 Eylül 2012 Çarşamba


öyle ki bir yaşamı bir kelimenin sırtına yükleyip de geleceğe uğurluyanlar'ı tanırım ben. geleceğe uğurlayıp da ardından bir damla gözyaşı dökmeyenler. planlarını ve hayallerini bu  kelimenin sırtına yükleyip de dizlerine keskin kılıçlarla vuranlar bilirim ben.

bilirim ben çoğu şeyi. en çok da kendi cesaretsizliklerini belkilere bindirenleri. en çok da ruhlarının üryanlıklarını belkilerle giydirenleri. bilirim ben her şeyi.
düz yazıyla şiir de yazarım istersem.bilirim işte.

en çok da tek umudu gelecek olan hayat acemilerinin yaşam kaynaklarının bu kelime ile vücut buluşunu. bu kelimenin kutsal emir gibi ağızlarında sakız oluşunu. çiğnenişini. çiğnenip de yutuluşunu. ve kusuluşunu.
bilirim işte ben. her şeyi. ve herkesi.

ilk önce dumanı gözüken kelimeler bilirim. sonra bacası sonra  sonra da gövdesi.  ve en nihayetinde tüm varlığı hissedilen her şeyi.
dünya yuvarlaktır deyip de giyotine giden dahi halt etmiştir. ben, "her şey yuvarlaktır" diye bağırırım. duyan olmaz. anlayan ise asla.

tezimi ispatlayacak argümanım olmaz. çünkü; ilk önce bedeni kaybolmaz dumanını gördüklerimin. daha sonra bacası, en nihayetinde dumanı kaybolmaz bin bir zorlukla bulduklarımın.
bir anda kendisi kaybolur benim her şeyimin. ya da her şey benim. farketmez.

öylece bakarım ben. kendi kesinliklerimin keskinliği ruhumu keserken belkilere bindirilmiş umutlar, hayaller ve planların ardından ağıt yakarım. yedi kurban eşliğinde oğlu olup da askere gönderdiği ilk günden şehit haberini alan bir ananın acısı birikir içerimde. boş kalan bir beşiğin yoksunluğu, boş kalan bir göğsün mutsuzluğu kaplar ruhumu.

öylece izlerim uzaktan. dokunacak, tadacak, dilimle hissedebileceğim hiçbir şey kalmaz.

geleceğin sırtına bindirilip de gelecekten gelmesi beklenen hiçbir şey gelmez. ben, kendi hayatımın hızlı treninde geçmişe koşarım. belkilerden medet ummadan. geleceğin sırtına binmeden. bugünle sevişirim. kesinliklerle tıraş ederim sakallarımı. zihnimi tamamlarla, olurlarla açarım. iki ucu körelmiş belkilerle değil.

ah bir bilsen ne çok isterdim uyandı(rıldı)ğım bir rüyaya devam edebilmeyi.


3 Eylül 2012 Pazartesi

bu arada yazılarımı okuyan insanlar da varmış. beğendiğini dile getirdiğin için sana özellikle teşekkür ederim bilgeciğim.


2 Eylül 2012 Pazar

seç, dedim kendime: dönüp dolaşıp aynı yere gelmek mi? aynı yerde dönüp dolaşmak mı? ve mutlu muyum, diye sordum, her birimizin günde yüz kere sorduğu gibi.. ve hemen karşılaştırmalara girdim her seferinde, savunma mekanizmalarımı aşırı tüketmek istercesine.. soru işaretlerine hadlerini bildirmek gibi bir derdim varmışcasına.. ve hep yalnızmışcasına.. sonra yorgun olduğumu, çok yorgun olduğumu fark ettim, akşam eve geldiğimde.. koltuğa oturamadan, beş ay önce aldığım albümü, beş ay 1 gün olmasına karşın hala dinleyememişim, şöyle rahat rahat bir yandan çayımı içerken, bir yandan da kitabımı okurken dinleyemeyecektim bir süre daha.... ve her birimizin günde yüz kez yaşadığı hesaplaşmayı yaşadım.. sevgi saygı hesaplaşmasını?? "o beni seviyor mu" dan çok, ben kimi kandırıyorum, "onu seviyor muyum"u yaşadım.. "ben" yok.. ya da hep "ben" var.. onu bilemem.. tek şey umuyorum, herkes aşağı yukarı aynı şeyleri minumumda hissediyor.. ve bu durumda mutlaka evrende, farklı bir zaman diliminde de olsa, bir kez de olsa, tek "ben" oluyor..


Az önce uyandığım yatak ve her sabah
En güzel yeridir bilirim dünyanın
şu sönmeye yüz tutan soba
şu bayatlamış cay
şu izmarit kokusu
Demirbaşlarıdır bilirim yalnızlığın
şu odanın orta yerindeki gölge
Her gün biraz daha sola kayar
Her gün herşey biraz daha sola kayar
Bilirim mart biraz kayar nisan gelir
insan biraz kayar acı yerleşir
Acı biraz kayar alışkanlık yinelenir
Yinelenir ve durur her şey
Bilirim öyle ya da böyle doğar güneş
Müslüman adları verilir ve inanılır da
Tanrıyı çok sonra sevecek çocuklara
Sonra akşamüstlerini sahiplenir
Bıyıklarında uyurgezer yaratıkları
Besleyen çirkin adamlar
Çok sevişirler sinemalarda
Tenha kafelerde yenikapıda
Sevişmek demirbaşıdır bilirim yalnızlığın
Ölu adamların giysilerinde
aralık kalışında bir kapının
Yün yorganların dikişlerinde
Balık pazarlarında ve köşebaşlarında
özellikle isyanın ve umudun kol gezdigı
Köşebaşlarında
Yormadan kendi haline bırakıp
Kederi ve kadınları
şiirler yazacağım
Bilirim sevişmek kadar
Şiir de demirbaşıdır yalnızlığın.

22 Ağustos 2012 Çarşamba


mideye yumruk yemiş gibi olmak... birşeyi olmak istemekle, o şeyi olmak arasında çok zorlu bir yol olduğunu farketmek... ama bazı şeylerin sadece istemeyle, fikir yürütmeyle, mantıkla çözülebilir olsalar bile genlerimizin, alışkanlıklarımızın ve öğretilmişliklerimizin bizi çok zorlayabileceğini üzülerek anlamak... başkasının başına geldiğinde nasıl üstesinden gelemediğini hayretle izlediğin bir durumun, kendi başına gelince seni nasıl enkaza çevirdiğini farketmek...

ama anladım ki her şeye rağmen güçlü olunabiliyormuş, olaylar zamana terkedilip üzerinde yeniden düşünülsün diye saklanabiliyormuş ve zamanı geldiğinde külleri üstünden üflenip aynı sıcaklıkla tekrar kafa yorulabiliyormuş...

yani acı çekiliyor ama birgün bitiyormuş...


acı çekmek hayatın bir parçası.. ama bazen bir ömür için gerekenden fazlasını çektiğinizi de düşünebilirsiniz.. sevdiklerinizi kaybetmemek için herşeyi yapın... ben bunu hiç başaramadım....


öyle acı bir şey ki bu, artık canının yanmadığını hissetmek bile başlıbaşına acı verir.

umrunda olmadığı için mi yoksa artık acının en şiddetlisini dahi görmüş olmandan sebeple mi acı çekmediğini bilemezsin.
birinci ihtimal çok daha iyidir nispeten. neticede umursamamak kötü bir huy da olsa insanı mutlu edebilir. en azından mutlu görünürsün vs..
ikinci ihtimalimiz olan hissizleşmekse tam bir felaket. öyle ki seni üzen her ne ise artık o kadar sıradanlaşmıştır ki artık hissetmezsin o tadı. sulugöz sakızlar vardı eskiden, biz daha kanatlarını bırakmamış meleklerken. o sakızı hatırlatmak iyi olacaktır bu konuda. sakızı ağzımıza atar atmaz o garip tat hemen kendini belli eder ve insanın yüzü ekşir, farklı bir hal alırdı. sadece birkaç saniye sonra ise artık o tada karşı duyarsızlaşırdı duyularımız. ikinci, üçüncü sakızı çiğnesen de o ilk seferki tecrübeyi yaşayamazdın.
işte acı da aynen böyledir, çektikçe alışırsın, alıştıkça da hissizleşirsin.
biri sana yeniden mutluluğu tattırana kadar da acı nedir bilmezsin büyük ihtimalle, ki bu sebepten insanlar çoğu zaman yeni bir aşktan, yeni bir hayattan kaçarlar. mutluluğu tekrar tadıp, ardından tekrar acı çekme ihtimalinden korkar aslında onlar.

saçma geliyor bana da aklımda bulundurduklarım ama yazmaya mecburmuşun gibi söylüyorum ve söylemek ki ne anlamsız, yazıyorum; sade buraya değil aklıma gelen her yere şu aralar bunu yazıyorum. şu acı çekmesi, insana sadece ama sadece yeniden acı çekmeyi öğretiyor. ıspatım da var, hani her günah diğerine daha da yakınlaştırır ya; ilk sigara içip nefret ettiğim günü hatırlarım, ilk aşkı yaktığım ateşe baktığım gün bir daha olmayacak dediğimden arda son aşkım sonrası tek sigara yakışım. paragrafbaşı yaptığım her başlangıç arası biraz daha kısalıyor, arkadaşlar geliyor, keyifleniyoruz. üzülmeyi bırakacağım diyorum -daha çok acı veriyor- sonra o bitiyor gülmeye başlıyoruz. öğleden sonrası sıcak oluyor bazı, güzel kızlar geçiyor önümüzden, hangisi gülüyor kim söylüyor bilmiyorum; kanıma giriyor beyaz güneş tozu, çılgınca gülüşmeye başlıyoruz acıdan kıvranana dek.

yani acı çekiliyor ama birgün bitmiyormuş...

sonra güzel sevgili, sen değilmisin aslında aşkından zehirlendiğim.


yapma be hayat!
ben, acıyı sadece sofrada severim.
bu lüzumsuz cömertlik niye




21 Ağustos 2012 Salı

vazgeçmeler ustası


Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki aşktan bir leke,
Kazındıkça kendini temize çeken
Gizlice. Sürtündükçe kıvılcımlar saçan
Çakaralmaz renk cümbüşü işte.
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Reddedemem önerinizi,
Paylaşalım elbette:
Lekeniz sizde kalsın,
Ben aşk'ı alırım sadece.

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki iki soluk arasında
Gelip geçen zaman.
Hangisi ölüm hangisi yaşam?
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Yaşadığınız bir ömür değil mi?
Seçimi siz yapsanız, istediğiniz sahneyi seçseniz:
İster ilkincisi olsun ister sonuncusu fark etmez ki,
- Başarımızı arttıracaktır provalardaki performansınız -
Artanıyla yetinirim zaten ben, ilk gösteri için
Siz önden buyrunuz lütfen!

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki korkusuz ve kuşkusuz bir aşk,
Baş döndürücü ve anısız,
Fısıldaşmaları dalgınlıklara takılı.
Ya sizinki?

Hala anlamadınız mı?
Demiştim:
Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Aşk'ı bana terk etmiştiniz zaten,
Üstü... Kalabilir sizde...

17 Ağustos 2012 Cuma

bir gün anlarsın

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

bir arkadaştan..

1. Seni sen olduğun icin değil, seninle birlikte olduğumda ben olduğum için seviyorum. 

2. Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara layık olan kişi ise seni ağlatmaz. 

3. Sen istediğinde sana aşık olmaması, sana aşık olmadığı anlamına gelmez. 

4. Birisine yabancılaşmanın en kötü biçimi yanında oturuyor olup ona hiç bir zaman ulaşamayacağını bilmektir. 

5. Hiç bir zaman gülümsemekten vazgeçme, üzgün olduğunda bile! Gülümsemene kimin, ne zaman aşık olacağını bilemezsin. 

6. Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin fakat bazıları için sen bir dünyasın. 

7. Zamanı onu seninle birlikte geçirmeye hazır olmayan biriyle geçirme. 

8. Belki de Tanrı uygun kişiyi tanımandan önce yanlış kişilerle tanışmanı, onu tanıdığında minnettar olman için istedi. 

9. "Bitti" diye üzülme, "yaşandı" diye sevin. 

10. Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir. 

11. Birini daha iyi tanımadan ve bu kişinin senin kim olduğunu bilmesinden önce kendini daha iyi bir kişiye dönüştür ve kim olduğunu bilerek kendine güven. 

12. Kendini çok zorlama, en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur.

25 Haziran 2012 Pazartesi

21 Haziran 2012 Perşembe

Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta. Yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. Bir aşağı bir yukarı yürürdü insan, düşünceleri de onunla birlikte bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu. Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.

10 Mayıs 2012 Perşembe

her şey biraz öyledir: açtık ve solduk"
hüzün gibi bir şey.
hüzün de gariptir ya zaten..
garip de, bir sürü his doğuruyor ve/ya tam tersi.
bi hikayem var;
bir akşam taksim'e giderim.
uzun zamandır görüşmediğim fakat yakın zamanlarda ara sıra görmeye alıştığım lise arkadaşım da o akşam taksim'dedir.
ben bir barda geç kalmış arkadaşımı beklerken, o da başka bi yerde bir arkadaşını beklemektedir.
bu; onun, benim ona - o düşünmeden - yirmi dakika önce yapmayı düşündüğüm şeyi eyleme geçirmesi dolayısıyla açığa çıkar: telefonum çalar.
anlatırım durumu.
ve o da..
davet ederim.
arkadaşını alıp geleceklerini söyler.
beklediğim arkadaştan önce gelirler.
zamanla diğer arkadaşlar eklenir.
içilir, sohbet edilir, şarkılara ağız ve uzuvlarla eşlik edilir, fotoğraflar çekilir, poz verilir/verilemez.
başka mekana geçilir.
her şey aynıdır. her şey farklıdır.
her şey yolundadır.
her şey güzeldir.
sonra mekan ayrılığı yaşanır.
ben başka bi arkadaşımla daha sakin bi mekana giderim.
ve aydınlığa kadar oyun oynarız.
müthiştir.
lise arkadaşım, diğerleriyle dans edebilecekleri bi mekana giderler.
bilmem n'asıldır.
aydınlığa varınca, oyun arkadaşımdan ayrılıp dolmuşa binerim eve dönmek üzere..
dolmuşun dolmasını beklerken bi bakarım ki "galiba yanlış görüyorum", bi daha bakarım ki "hayır doğru görmekteyim; lise arkadaşım!"
seslenirim.
şaşırır.
biner dolmuşa.
oturur yanıma.
alır bizi bi gülme krizi.
laflarız çeşitli anlar hakkında.
dolmuş harekete geçer.
pek konuşmayız yol boyunca ama köprüden geçerken bakarım ki onun da tebessüm var suratında.
caddebostan sahilde kahvaltı etmeye karar veririz; tıpkı beş sene evvel birlikte ilk taksim sabahlamamız sonrası yaptığımız gibi.
ne yaparsak yapalım gülümsememiz hiç eksik olmaz.
o yorgunluk ve uykusuzlukta dahi heyecanı karnımda hissederim.
kahvaltı sonrası yürümeye karar veririz suadiye'ye kadar.
aynı semtte farklı yollarda ikamet etmekteyizdir.
müzik dinleyelim deriz.
hayır hayır, the beatles dinleyelim.
benim sağ kulak, onun sol kulak coşkuyla dolar.
çok aydınlık, çok güneşli, çok yorgun, çok uykusuz, çok yeşil, çok mavi, çok yaşlı, çok çocuk bir günde kendimizi karanlık bir filmin final sahnesinde gibi hissederiz.
an'dan çıkmamaya gayret etmeyiz bile.
mutluluktur.
gariptir
alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun

başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun

söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor

bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım

beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni

akıtsam deliren sevdamı
köpürür mü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir

yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek

Arkadaş Z.özger

9 Mayıs 2012 Çarşamba

yaşamarayış


yaşamadım ben bugünü,

dünü de yaşamadım gerçi. o zaman anlamı ne yarını da yaşamanın; ya da yaşamaya çalışmanın? insanı insan yapan ne var bende olmayan? her şey tamam gibi görünüyor değil mi? neden diye sorması kolay sizin için çok. değer ya da değmez. ama insan olabilmem için bir şey eksik bende. yaşam gücü diyorum ben buna. yaşama gücüm yok diyorum. uzaktan davulun sesi ne kadar hoş değil mi? yaşama gücü yokmuşmuş... yok ama gerçekten. insanlar bir amaç uğruna yaşarlar, öyle değil mi? bilinç üstlerinde olması gerekmez illa bu amacın. çoğu amaçsız gibi görünen insanların bile amacı, aslında genlerinden gelen üreme iç güdüsüdür, soyunu devam ettirebilme güdüsü, ardından gelenlere bir şeyler bırakabilme güdüsü ya da karnını doyurabilmektir, nefes alabilmek ya da her ne boksa işte... ama bir şekilde yaşamak, yaşayabilmek refleks olmuş insanlarda. hayatta kalma güdüsü bu. sırf dünya bir şekilde var olabilsin diye. insanların dünyası... adı her ne olursa olsun: bir şekilde genlerinden gelen bir yaşama amacı ve getirisi olan yaşama gücü vardır insanlar için. peki ya biz? yani biz demekle günümüz insanını kastediyorum. mağara adamı değiliz ki artık karnımız doyunca pek olalım, şen olalım. sikişmek ya da eğlenmek mi sizce hayatın anlamı ya da amacı?. sanırım ben kendi hayatım açısından bunları amaçlamadığımı fark ettim belki de. en azından bana yetmiyor artık. yani yukarıda yazdıklarım elbet şükretmek için yeterli sebepler. ama belki ben daha fazlasını istedim. var bir sebebim bunların bana yetmemesi için. çünkü ben bu zaman için imkansızı istedim belki de. mutlu olmak istedim. sadece mutlu olabilmek istedim. çok çalıştım bu kısa ömrüm boyunca. çok çabaladım. hatta bir keresinde mutlu bile olmayı başardım. hayatımda ilk ve son kez. ilk kez deniz görmüş çocuk gibi sevindim.hiç unutmam, unutamam, hayat buymuş be dedim. gerçekten güzel günlerdi. gerçekten mutluluğun ne olduğunu gördüğüm günlerdi o günler. kısa sürdüler ama. hayatın bonusuydu sanırım bana. karşılıklı aşk bahşedilmişti, bir ömür boyu mutluluk tabelası gibiydi benim için. hiç düşünmedim açıkçası o tabelaya doğru saparken. güzel asfalt bir yol gibiydi hayatın patikaları arasında. tam gaz mutluluğa giden yoldu benim için aşk; karşılıklı aşk...

nereden bilebilirdim ki yolun sonunun karanlıklara çıktığını. nereden bilebilirdim ki gırtlağıma kadar çamura saplanacağımı? nereden bilebilirdim ki o yoldan bir daha geri dönüş olmadığını? söyleyin bana lütfen? kim hayatının en verimli ve güzel yıllarında ölmek ister ki? yani en azından sonunun böyle olacağını bilseydim, hiç tanımak istemezdim,hiç güldüğünü görmek istemezdim,gözlerine bakmak istemezdim doğrudan. hiç aşık olmazdım inanın bana. uzak dururdum, ama sonucunda mutlu olurdum küçük, zavallı hayatımda. peki siz? gerçekten mutluluğu bir kere görseydiniz ve tekrar elde edemeseydiniz? küçük şeylerden çıkardığınız mutluluklar yeter miydi size? bir bardak sıcak çay mesela kış günü, ya da bir arkadaş gülümsemesi yeter miydi size? baharda açan çiçekler? ya bir bardak şarap? ya bi nefes cigara? gözünüz kör olsaydı benim gibi; daha doğrusu gerçek mutluluktan başka bir şeyi görmüyor olsaydı, yeter miydi size bunlar? beni aç gözlülükle suçlayabilirsiniz bunun yüzünden. evet suçluyum o zaman ben. hem de kendimi öldürmek suçundan. suçluyum çünkü aç gözlüyüm. suçluyum çünkü hayatta bilmediğim eksik şeyler var.  yeni bir yüzle bir pazar sabahı hiç bilmediğin bir yerde el ele yürümek, doğum günü pastalarımdaki mumların hepsini bir seferde üfleyerek söndürebilmek, dostlarım, babam, arkadaşlarım, o güzel şarkılar, meyli geceler, sevişmeler, gülüşmeler, öpüşmeler, tebessümler, dokunuşlar, evim, uzun sokaklar da sallanarak yürümek, aşklar, sevgiler ya da sevilenler, hayattaki güzel olan her şey ya da belki hiç bir şey; yetmedi bana. yetmedi işte...

kendimi suçlu buldum, evet:başkalarının mutluluğuna göz diktiğimden
kendimi suçlu buldum,evet:kim bilir belkide evrendeki en kötü insanı ben olduğumdan
kendimi suçlu buldum,evet: hergün daha çok kendimi affetmeye çalışmaktan
kendimi suçlu buldum, evet: aç gözlülük sonucu hayatı kendime yettirememekten...
kendimi suçlu buldum, evet: kendimi öldürmeye teşebbüsten.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

kendine iyi bak


bu kadar aşikar mı yani kendime iyi bakmadığım/bakamadığım?
o yüzden mi yeni tanıştığım ya da sadece bi "merhaba-merhaba"mız olan insanların bile bana bunu hatırlatma gereği görüyor son günlerde?
tamam belki iyi bakmıyorum, doğru, ama yani ilk "merhaba"mızı beş dakika önce söylemişiz birbirimize, sana düşer mi bunu hatırlatmak?
o kadar mı kimsesiz duruyorum dışardan, "bunu hatırlatıcak birileri bile yok mu hayatında?" izlenimi mi veriyorum yani?
bu derece öneriye muhtaç gibi bi halim mi var?
kendime iyi bakıyor olmam sana ne kazandırıcak ki?
ya da iki gün sonra merak edicek misin, "acaba kendine iyi bakmaya başladı mı ki?" diye.
e o zaman gereksiz gereksiz bu kadar ağır bi cümleyi kullanmaya ne gerek var?



kendimi bilmek ruhumu sıkıyor.
kendini bilenler ise canımı.

bir sahsiyetim yok allah'a sukur.
bir de su her gun degisen havalarim olmasaydi.

kendilerini tanidiklarini soyleyenlere sasiyorum. hic mi hayat tecrubeleri yok?
ne yapmak ve ne olmak istediklerini cok iyi bilen insanlara ise aciyorum. hic mi hayal gucleri yok?

arada sirada taptaze, yepyeni bir 'ben' olabilmenin on sarti kendini bilmek degil tam tersine kendini unutmaktir

3 Mayıs 2012 Perşembe


Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.

Tam zamanında öpmelisin ...mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.

Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için;
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.

Tam zamanında okşamalısın basını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.

Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.

Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuğu.

Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.

Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.

Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.

Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.

Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.

Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.

Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında âşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.

Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.

Haydi, şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi, kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI.




diye yazıyordu çok sevdiğim bi arkadaşımın profilinde..

 istasyona gidip bir bilet alabilir, sonra trene atlayıp,bambaşka bir yere gidebilirdim,içinden geçtiğim tüm o şehirleri rayların gıcırtısı eşliğinde izleyebilirdim bir yerden bir ev tutup önyrgılı bir toplum ve bize biçilmiş rollerin uzağında, yeni bir hayata başlayabilirdlm. Belkide şansım yaver gidi yeni insanlarla tanışabilirdim, konuşacak yeni insanlarla, tatmin edici bir maaş alıp, üstüme başıma pahalı kıyafetler çekebilirdim, belkide orada bir kızla tanışırdım, birbirimizi sevebileceğimiz bir kızla birlikte bolca zaman geçirirdik sadece ikimiz
geç vakte kadar yatakdan çıkmadan geri kalan herşeyi unutarak anladığımız dilden konuşabilirdik belkide kavga eder sonrada çözerdik konuşu anlaşıp yolumuza devam ederdik, deniz kenarına arabamızla gider cocuklarımız olurdu onlara bir yuva ve baba sıcaklığı sağlardım
muhtemelen gecenin bir yarısı uyanıp seçimlerimi ve aşkımı sorgulardım, kör karanlıkta biraz yürür, geçen arabalara bakar yapayanlızhalimle soğuğu iliklerime kadar sonra, yatağa döner, ona sarılır hem kendimden hemde karanlıktan tiksinirdim. Sonra sisin ardından birşey görürdüm, geldiğim yeri, memleketimi,belki hayatımı orada sonlandıracağım, belkide benim seçimim budurbelki hiçbiryere gitmeyeceğim, burada kalacağım işte benim seçimim budur...

iyiyim


30 Nisan 2012 Pazartesi


"Dışlanmak," demişti. Bu tür yeni sözcükleri kullanmayı hiç sevmezdi.
"Dışlanmak, her manada içlenmek değil midir?"



28 Nisan 2012 Cumartesi

is this real life?




           

― Bob Marley


“Only once in your life, I truly believe, you find someone who can completely turn your world around. You tell them things that you’ve never shared with another soul and they absorb everything you say and actually want to hear more. You share hopes for the future, dreams that will never come true, goals that were never achieved and the many disappointments life has thrown at you. When something wonderful happens, you can’t wait to tell them about it, knowing they will share in your excitement. They are not embarrassed to cry with you when you are hurting or laugh with you when you make a fool of yourself. Never do they hurt your feelings or make you feel like you are not good enough, but rather they build you up and show you the things about yourself that make you special and even beautiful. There is never any pressure, jealousy or competition but only a quiet calmness when they are around. You can be yourself and not worry about what they will think of you because they love you for who you are. The things that seem insignificant to most people such as a note, song or walk become invaluable treasures kept safe in your heart to cherish forever. Memories of your childhood come back and are so clear and vivid it’s like being young again. Colours seem brighter and more brilliant. Laughter seems part of daily life where before it was infrequent or didn’t exist at all. A phone call or two during the day helps to get you through a long day’s work and always brings a smile to your face. In their presence, there’s no need for continuous conversation, but you find you’re quite content in just having them nearby. Things that never interested you before become fascinating because you know they are important to this person who is so special to you. You think of this person on every occasion and in everything you do. Simple things bring them to mind like a pale blue sky, gentle wind or even a storm cloud on the horizon. You open your heart knowing that there’s a chance it may be broken one day and in opening your heart, you experience a love and joy that you never dreamed possible. You find that being vulnerable is the only way to allow your heart to feel true pleasure that’s so real it scares you. You find strength in knowing you have a true friend and possibly a soul mate who will remain loyal to the end. Life seems completely different, exciting and worthwhile. Your only hope and security is in knowing that they are a part of your life.”

27 Nisan 2012 Cuma


kararımı sabah gözlerimi açtığımda vermiştim, vermiş olabilir miydim, uykunun kesilmeye yakın, kokuların, terin ve yorgandan gelen aldatıcı sıcaklığın soğumaya yüz tuttuğu o arada..?


sahilde yürürken aklımda o sabahki yanılgım vardı. onun fotoğrafını çekip bakmak isterdim, yüzlerde donan o ifadeyi bir yerlerde saklamak, çok tanıdık gelen bu duyguya ‘yanılgı’nın dışında bir isim vermek isterdim.


sabahın en erken saatinde çatıdan sarkan sıra sıra sarkıtlar var, onların altından geçiyorum ısrarla, babaannemin tembihlerinden çıkarttığım yegane ders ‘çiçeklere basma’ olunca, bu tehlikeli patika bir şekilde iyi hissettiriyor, bir şekilde eve girmek istemeyen çocuk gibi, sevindiriyor beni.


bu eve ilk girdiğimde düşündüğüm şey ne kadar çok ayna olduğuydu, bahçeden eve girmek emek ister, yıllar sonra çocukluğumun geçtiği bahçeden, gençliğimin geçtiği eve girince farkettim bunu ben, aynalarda kendimi görmeye başlayınca, kendimi görmenin ne kadar önemli olduğunu düşünmeye başlayınca ve babamın, amcamın ömrünün geçtiği bu evde unutulmuş anıları ayna köşelerinde farkedince, bahçeye atasım geldi kendimi gerisin geri, ama mümkün müydü bir kere açılınca yara, ‘tuz bas’ derdi babaannem, kapanmayacağını bile bile.


kararımı sabah gözlerimi açtığımda vermiştim, başucumda çocukluğumdan kalma bir fotoğraf, karanlık yüzler, bu evi satmam gerektiğini söyleyen bir ses vardı o sabah, rüyanın hemen ertesinde, bir yanılgı…


bahçe kapısının çevresi çepeçevre kasımpatıları, bu bir bahçıvanın bilinçli dokunuşları, o bu evin dışında tek oda bir evin içinde mutlu mesut yaşadı, evin çocuklarının çiçeklerden daha mutsuz bir yaşantı geçirdiklerinden habersiz, kasımpatılar yerli yerinde, kim bilir kaç kasım geçmiş, evin çocukları bu bir karış toprağı çoktan unutmuş, ben şimdi aynalarda hangi yüzleri görmeye alışmalıyım, hangi aynaları kırmalı, hangilerini örtmeliyim, bahçeden eve girdim gireli bunu düşünürüm.


geçmişin böyle bir cilvesi var, unutmak istediğin anlar aklına gelince yaşadığını hissediyorsun, unutmak istediğin anlara dönmek istediğin bir başka an geliyor, aslında elinde olsa onu da unutmak isterdin.


bahçenin demirleri boyanmış, kenarlarında eski gazete sayfaları, rüzgar onları yırtıyor, uzaklaştırıyor bahçeden, rüzgarı ve yırtılan gazeteri takip ediyorum gün boyu, içimde dışarıya çıkmak isteyen bir ses, benim arka odalara saklanan içimdeki çocuk, hurçlara tıkılmış, bodrumlara saklanmış evin önceki nesil çocukları, onların gül dikeninin kanattığı parmakları, izleri ve kuma çalan aynaları…


aynada bahçeyi görüyorum; kendimi, babamı, amcamı, onun beyaz bir çarşaf gibi ellerimizden kayıp giden kız kardeşini göreceğime, iri dikenli bir gülü, yerde çürümeye yüz tutmuş erikleri, duvara yaslanmış bir kazmayı, bir küreği görüyorum, örtülerde havaya karışan tozlar var, cesetlerin küf tutmuş etleri bunlar, ölmeyen cesetler, beni yaşatan nefesim.


bir yanılgı bu. bunu anlamam için belkide bu rüyadan uyanmam lazımdı, şimdi biliyorum, bir yanılgı bu, aynalar çerçevelenmiş bir resim gibi hep aynı imgeyi gösteriyor, bu imgenin pencere pervazından bahçeyi izliyorum, gülü, erikleri, kazmayı, küreği.
..

24 Nisan 2012 Salı


kendi ellerimizle yıktıktan sonra yalnızlığımızı
o büyük temaşa eğreti bir yüke dönüşecek
ve yine yalnızlığımız kurtaracak
incir çekirdeği kadar kalan huzurumuzu
ey iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!

21 Nisan 2012 Cumartesi


bir rivayete göre tanrı insanları yarattıktan sonra, insanları güçlendirecek yada zayıflatacak duygular yaratmaya karar vermiş. yarattığı her duygu diğerinden farklı olduğu gibi, aynı duygular da farklı insanlarda farklı etkiler yapıyormuş. mesela bir duygu bir insanı güçlendirirken, diğer bir insanı zayıflatabiliyormuş. ve tanrı, yarattığı bu duygulardan en önemlisine de aşk adını vermiş.

yarattığı bu duyguları insanlara paylaştıran tanrı, sıra en son olarak aşkı paylaştırmaya geldiğinde, önce tüm diğer duygularda olduğu gibi kimi insana çok, kimi insana ise az olarak aşkı dağıtmış. sonra geride kalan nadir sayıda insanı alıp, her biri için ayırdığı aşkı başka birine vermiş. rivayette belirtildiğine göre leyla için ayrılan aşk kays'a, kays için ayrılan aşk ise leyla'ya düşmüş. yine aynı bu şekilde yusuf'un aşkı züleyha'ya, ferhat'ın aşkı şirin'e, tahir'in aşkı zühre'ye, kerem'in aşkı da aslı'ya düşmüş. bu yüzden bu isimler dünyada oldukları süre boyunca diğer insanlar gibi, kendi aşklarını verebilecekleri bir insanı değil de, hep içlerindeki aşkın asıl sahibini aramışlar. birbirlerini bulduklarında da bu aşkları sonsuza kadar konuşulur olmuş.

16 Nisan 2012 Pazartesi

keşke


- keşke herkesin ömür boyu kendine ait bir adet pastanesi, hastanesi, postanesi, meyhanesi ve sevgilisi olsa...

- keşke herkes doğuştan bir enstrüman çalma yeteneğine sahip olsa... en azından nota bilse, işin temel bilgileri hafızada hazır olsa... şakır şakır piyano çalsam ben de...

- keşke diğer gezegenler cehennemin dibinde değil de kıçımızın dibinde olsa... biz de gidip kazandibi yesek hafta sonları "uranüs aile çay bahçesi"nde, "neptün pastanesi"nde veya "plüton patisserie"de

- keşke herkesin bir kez televizyona çıkıp dilediğini söyleme hakkı olsa... rtük o gün izlemese ve fakat herkesler de izlese, dinlese, beğense, aferin dese, elimi sıksa sokakta görünce... (15 dakika ekrandasın lan, ne dersin ki?)

- keşke her gece çok geç yatıp, her sabah çok erken kalksam ama hiç uykum olmasa... tadını çıkarsam yaşamanın, vakit kaybetmesem uyuyarak... üstelik erken kalkıp yol alsam, kendimi aşsam...

- keşke hiç kimse hiç kimseye yalan söylemek zorunda kalmasa, zorunlu hissetmese, durum bunu getirmese... hepimiz birbirimize samimi olsak... delikanlılığa sığsak, delikanlılıktan taşsak... mumumuz yatsıya kadar yanmasa, sabaha kadar mum ışığında oturabilsek... burnumuz hiç uzamasa...


- keşke çok yiyince doymasak... çapımız genişlemese, varilleşmesek... ayrıca yine keşke az yiyince de zayıflamasak, zafiyet geçirmesek... bir de konuyla alakadar değil ama aklıma geldi... kimse kimseni zaafından yararlanmasa

- keşke birden durup işlek bir caddede göbek atmaya başladığımızda, bilsek herkesin bize katılacağını, bahsi geçen göbek havada kalmasa...

- keşke herkesin kendini çok seven bir sevgilisi ve belli sayıda dostu olsa... hiçbir zaman sevilmeme kaygısı gütmesek... sevgilimiz hoş etse tüm güdülerimizi... sevilmeye güdük kalmasak...

- keşke tüm acılarımız karşısında güçlü olabilsek, ayakta kalabilsek... metin olsak, ali olsak, feyyaz olsak, her açıdan şampiyon olsak, hüzün ligini ikinci bitirsek bile acılardan ders alsak...

- keşke her çorbada bizim de tuzumuz olsa... her güzel şeyin bir ucundan tutmuşluğumuz bulunsa... teşekkür listelerine bizim adımız da yazılsa... her neyse "o şeyin yapımında emeği geçen herkes" dendiğinde direk üstümüze alınsak...

- keşke başka hiç kimsede olmayan özel bir yeteneği olsa herkesin... sabah akşam birbirimizin yeteneklerine baksak, şaşırıp dursak bir ömür birbirimize...

- keşke başka ülkelere gitmek için vize, para, belge, işlem, pasaport, fasafort ve fisofort gerekmese... uçak biletleri çok ucuz olsa... gezip dursak sıkıldıkça... hafta içi işi biten vın diye uçabilse gönlünün konduğu yere... sevgililer pikniğe dünyanın bir ucuna gitse... tüm dünya birbirini tanısa, bütün dünya buna inansa bir inansa... anlasak biz insanlar aslında "aynı" olduğumuzu, aslında insan, en çok insan, dolu dolu insan, "sadece insan" olduğumuzu...

- keşke hayatımızda bir kez görünmez olabilsek... istediğimiz her yere girip çıksak... görmek istediğimiz her şeyi görsek... çelme takmak istediğimiz herkese çelme takıp, öpmek istediğimiz herkesi şlap diye öpsek doya doya...

13 Nisan 2012 Cuma


insan hayatında sevmek,sevilmek gibi kavramlar insana her daim mutluluk vermeyebilir.zaten birini ya da herhangi bişeyi sevdigimiz zaman mutlulukla birlikte gizli bir hüznü de birlikte yaşarız.
sevdiklerimizi kaybetme korkusu, aklımızın bir köşesinde saklı durur hep ve bu ihtimali düşünmek bile yaralar kalbimizi.onlarsız bir hayatın kötü olacagı düşüncesi,onlara daha da baglanmamıza yol açar.
sevmek nasıl nedensiz degilse,sevilmekte nedensiz degilir.
sevgi anlaşmak degildir,nedensiz de sevilir sözünden''anlaşamıyoruz o yüzden seviyorum fakat bunu bir neden olarak görmüyorum''şeklinde bir sonuca ulaşabiliriz.
her konuda gecerliligini koruyan,herseyin fazlası zarar sözü,sevmek ve sevilmek konusunda da gecerliligini korumaktadır.
cok seversin,kendinden vazgecersin karşılığını bulamayınca üzülürsün.
sevilirsin,karsılık veremezsin,iyi niyetliysen karşısındakine üzülürsün.
mutlak mutlulugu her iki konuda yakalamak mümkün degildir.
bencil bir bünyeye sahipsen sevilmemek kadar üzmez sevilmek.
sonrasında anlarsın bunları yavuz.karsındakinden nefret ettiginin bilmem kaç misli kendinden nefret edersin.yaşadıgına lanet edersin.''bu kimin ahı'' diye düşünürsün.nerde hata yaptıgını bulamazsın.kaderine aglarsın.işte o vakit, hiç bir zaman aklının ucundan gecicegini bile hayal edemeyecegin derecede sevilmemek istersin.
nefretle yogurursun duygularını,bi sonuc elde edemezsin.sen kaçtıkca o kovalar.hayatının içine sıçılır.ölmek istemekle sevilmek eş anlamlıdır artık.sevip acı cekmek,sevidigine uykusuz gecelerini adamak gecer gönlünden,sevildigin için maruz kaldıgın işgenceler sevmekten de sogutur seni.
olamayacagın ne varsa hepsini olmak istersin.nefret edilmek,dışlanmak en çokta sevilmemek...
imkansızındır bunlar.
sevilmemek her zaman kötü degildir.kötü olan senin dışında gelişen ve sevgisine müdahale edemeyecek kadar birilerinin seni sevmesidir.
en güzel yanı yoktur ama edinilen tecrübeler vardır ve illa ki bi sonucu.
bide ben sende butun asklarimi temize cektim sürekli bi yalan...

12 Nisan 2012 Perşembe

sevmemek


mutluluğun ne olduğuyla pek alakalı bir duygudur. seni sen yapar kimi yerde, bazen de tüm varlığını silikleştirir. çoğu insan korkar bundan, çünkü herkes varolmak, varlığını karşı taraftan hissetmek ister. detaya inelim;

mutluluk, hayat başarısının tek parametresidir. maçta anıran adama, tv'de maymun gibi davranan kişiye "o da öyle mutlu oluyor" diyenlere (ki bu bir acziyet ifadesidir aslında) göre herkes mutludur tabi fakat böyle sığ, kolpa bir mutluluk tanımının ötesinde, gerçek mutluluktan sözediyorum. gerçek mutluluk, hürriyet duygusuyla, kendi deliliğini insanlara kabul ettirebilme medeni cesaretiyle varolmaktan, ve yuvasını bulmanın şükranlığıyla her şeye göğüs gerebilecek kıvama ermekten bahis ediyorum. hayatın amacı denebilecek kadar güzel bir şeydir bu, ve kendini varettiğin toplamın sevilmekten yana ağır basılmasıyla canlanan, yaşatan bir şeydir bu. aksini iddia eden "ben kimseyi iplemiyorum ki zaten ahahaha" deyip durmaya devam etsin, dünya döndükçe savrulup gider böyleleri, mutsuz ölürler.

sevilmemek işte tam da burada riske atılan şeydir. yani sen bir şey yapıyorsun, belki pek salakça, pek bir tutunamayan bir halde, yani hayatın içinde rolünü oynuyorsun, ortaya bir şeyler koyuyorsun, istesen de istemesen de zaten ortada bir "ben" var, bu "ben" kavramının, yani aslında içindeki bütün evrenin üzerine domates atılmasıdır. domatesi kimin attığının ne önemi var, bunu görüp "ben aslında sallamıyorum" diyen yalnız kovboyların çok defa yalnız ağladıkları geçmiştir doktor kayıtlarına.

ha insanı pişirir mi pişirir. fakat pişirir de neye yarar, neye faydası vardır ? sen bir verici olarak kapılar suratına kapanırken, nasıl alıcı olabilirsin. tek taraflı bir iletişime döner sevilmediğin zaman, değer vermediğin insanların bile kafanda yücelip seni en zayıf yerlerinden vurduklarını bilirsin. karşında bir dünya vardır, ve kaybetmişsindir dostum, zorlamaya gerek var mı? burası başlangıç noktası.

fakat başlangıç noktası dediğimiz yer, anne kucağında merhamet ve sevgiyle başlar, en azından ideal olan budur. bu öyle büyük bir ihtiyaçtır ki bunun noksanlığını bastırmak adına, bu dünyada sanat adına, ve hatta sanatın ötesinde iz bırakmış bir çok insan, bunun acısını çıkarırcasına varolmaya çalışmakta ve çırpınmaktadır. bundan daha üzücü bir görüntü yoktur herhalde, anlayana tabi bunlar, sevginin bir insanın hayata tutunamamasına gülümseyerek, ve ortak olmak istercesine elini uzatmaktan ibaret olduğunu bilmeyenler, aslında hepimizin birer tutunamayan anlamsız lakırdılar bütünü olduğumuzu görmek istemeyenler, sevginin o karanlıkta aydınlığa sebep olduğunu, ağlarken güldürdüğünü bilemeyecek kadar cesaretten uzak olanlar, her konuda her şeyi biliyor ve aşmış gözüküp aramızda süpermen gibi dolaşan salaklar ne anlasın bunun acısının hem ne kadar derin, hem de mutluluk adına ne kadar değerli olduğunu. ileride çiçek gibi açacak olan tohumların, aydınlıktan önce karanlığa nasıl ihtiyaç duyduğunu anlayamamış biri, sevilmemek meselesine pek tabi gündelik ve olağan bir şey gözüyle bakar, bunda da hiçbir mana bulamaz, o istiklal caddesi sokaklarını dolduran ve bağıra çağıra gülen insanların nasıl maskelere büründüğünü de anlamaz, insanı tanımaz, tanımak istemez, ömrü hayatında bir kişinin sessiz çağrısına kulak asmamış, hiçbir fısıltıyı duymamış isimsiz zalimlerden sadece biridir. bunlar biri düştüğünde gülerler, espiri anlayışları budur fakat hayatın espiri anlayışının çok daha ince bir mizah içerdiğini anlamazlar, anlamak istemezler, biçimcidirler bu yüzden kıyafet ve ambalaja bakar, içeriğe değer vermezler. iyi ambalajlanmış bir migros peyniri ile yaylada satılan köy peynirinin kokusunu ayırt edemezler, gözleri görür fakat tat alma duyularında lezyon vardır, bu yüzden tat almanın da ne olduğunu bilmezler.

öyle "ben seni sevdim, sen de beni sev" meselesi değil bu. herkesin rol kestiği, tiyatro oynadığı bir dünyada yer bulamadığını hatırlamakla ilgili bir durum. koyar insana, hem de öyle böyle değil...

neden


şöyle ki, ben bunu çok düşündüm.. çok düşündüm, çok düşündüm. onlarca insana sordum, onlarca insanla birlikte düşündüm. onlarcası olamayacak türden insanlara sordum. onlarca başka başka cevaplar aldım. hiçbir cevap tatmin edici değildi. hiçbirisi gecelerce meşgul olduğum "neden?" sorusuna karşılık ihtimal verdiğim ve fakat çürüttüğüm cevaplardan başka değildi.. ah o geceler yok mu.. delirme noktasına yaklaştığım, hiç normale dönemeyeceğimi, sabahı göremeyeceğimi sandığım geceler. ulan diyorum, neden diyorum, burdayım diyorum.. neden diyorum, burdayız diyorum.. n'apıyoruz burda, n'apıyorlar.. nedir "insan"ın olayı?

ve nihayetinde bir gün düşüncesine pek güvendiğim birisine gittim.. sordum ona da "neden?" diye.. bu kez biraz olsun tatmin edici bir cevap bekliyordum sanki. ve tek kelimeyle cevap verdi; "bilmiyorum" dedi.. evet, aslında bu bir cevap değildi.. ama beni cevaba yönlendirdi. bu derece güvendiğim birinden bu yanıtı alınca dibe vururcasına son bir kez düşündüm ve cevabı buldum. gerçekten buldum. hatta nasıl oldu da bu ana kadar fark edemedim diye hayıflandım.. zira sorunun cevabı kendisinde gizliydi.. "neden?" mi, işte cevap:

"bilmediğimiz bir nedenden".
yaşamı gözetliyorum,yaşamın kendini yaşam sanan yaşamsızlığın mekanizmasını gözetliyorum
yalnızlığı gözetliyorum
kabalığın gürültüsünün yatışıp giden yalnızlığı.

11 Nisan 2012 Çarşamba








kötüyüm. bütün sahte neşem gece yatağım girdiğim o anlarda dönerken uykum gelsin diye gidiyor.
düşünceler düşünceler...
uyumamı engellerken dayanmamı da zorlaştırıyor.


kendimi bıraksam bir delilik hali hüküm sürecek bende biliyorum.
ama düşünmemeye gayret ettiğim her anda aslında düşündüğü fark etmem belki de çoktan delirdiğimi söylüyor bana.


dayanıyorum. biraz daha biraz daha surları kuşatılmış bu viran ülkede dayanıyorum.
delilik şahmerdanı her kapıya vuruşunda, her çıldırma topu surlara patladığında bir nefes daha alıp unutmaya çalışıyorum.
eğer bu sefer başarılı olursa bu ülkenin bütün insanları kralı herkes ölecek.
bedenimde son yaşayan canlı ruhum teslim olursa öleceğim.


dayanıyorum.
biraz daha bir ay bir ay daha.
sonra bana verdiklerinden daha fazlasını benden alan bu şehirden hızla uzaklaşacağım.
kuşatılmış ülkeden kaçacağım ve çılgınlığı ve deliliği onlara teslim edeceğim.
fethedecekleri tek şey benim kaçtığım delilik olacak.
dayanıyorum.


onsuzluğun sert saldırısına... onsuz nefes alışın acısına.
dayanıyorum dengemi sağlayan şişelere... bayılmadan önce son bir yudum son bir yudum daha.
bitecek.
inanıyorum.
.


10 Nisan 2012 Salı

the grey

http://www.youtube.com/watch?v=cL26DBDUWVg&feature=related

son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden birisiydi. filmi izlemeden önce beklentim çok düşüktü. bazen insan yanıldığı için sevinir, işte o narin anlardan birisini yaşadım bu film de. müzikleri ise müthiş.film bittikten sonra hemen kapatmayın. filmin sonu yazılardan sonra .
iyi
seyirler.


once more into the fray
 into the last good fight i'll ever know
 live and die on this day
 live and die on this day

9 Nisan 2012 Pazartesi

bazen


öyle çok üzülmüşsün gibi gelir ki, öyle çok hayal kırıklığı biriktirirsin ki, öyle değersiz hissettirilirsin ki sevilmeyi beklerken, öyle çok sen suçlu olursun ki beklediklerin yüzünden.. öyle çok artık inanamaz, güvenemez, sevemez olursun ki.. allah kahretsin, öyle çok artarsın ki senden, öyle çok kalmaz ki sen o artıkta..

öyle çok sevmiyorum ki bu zamanları.. öyle çok anlatamıyorsun ki bu zamanlarda nasılsın.. yanıtın hep iyi, daha çok konuşturmasınlar seni.. öyle çok ihtiyacın olmasın işte dökülmeye..

ölesin gelir.

wish



God, if I can't have what I want, let me want what I have



kelebek rakı bardağımın içine düştü. çıkardım sonra peynir tabağına gitti. sonra tekrar rakı bardağıma. sayemde kelebek bir günlük ömrünü kafasi güzel geçirdi. en son bi şarkı mırıldaniyordu gibi geldi: yalan dünya herşey bomboş, hancı sarhoş yolcu sarhoş...

kişi



Kişi, kendi dibine hiç ulaşamayandır - Boyuna suya dalan ama nefesi yetmeyerek, dibe ulaşamadan hep yeniden, yüzeye çıkmak zorunda kalan

8 Nisan 2012 Pazar

güzellik.


kasabanın taşlı yolundan sağa saptığımızda, beş kilometerelik yol boyunca bir panayır gibi göğsünü sere serpe uzanmış burçak tarlalarının arasından geçerken, ağustos sıcağına ismini veren güneşin alevi, yanık omuzlarımızda geziyordu. üstten iki düğmesini bir önceki akşam meyhane kavgasında şehit verdiğim gömleğimin boynu bükük cepliğinden silahlı kuvvetler sigaramı çıkardım. sigaranın buruşuk ucuna tuttuğum çakmağın ateşi, görücüye çıkmış gelin adayı gibi taptaze ve kırmızıydı. beş dakikalık ağır aksak ilerleyen kamyonet yolculuğunun akabinde, sararmış otların ortasında bir çeşme gördüm. çeşmenin başında bir kadın. üstünde envai çeşit çiçek basmalı kadife elbisesi, başında yazması, bileğinde parlak altın bileziği. üç saniye bilemedin beş saniye, aklıma takılı kalan bir fotoğraf gibi süzüldü o kadın. sağ ayağını afilice öne atmış, lastik tabanlı ayakkabısının kenarına perçem perçem süsler dolanmış. yaşı en fazla 20. taze gelin, hadi olmadı taze gelin adayı. sol omzuyla destek aldığı çeşmenin mermerinden usulca suyunu dolduruyor. ağustos sıcağında çatlamış dudaklarımın arasından nikotin buğularını aktarırken yanık ciğerime, karşımda yazmalı, kadifeli kadın çeşmeden gürül gürül akan suyu kabına dolduruyor.


güzellik nedir? hep sorarım kendime. veya daha başka bir tariften yola çıkıp o her zamanki çıkmaz sokağa beraber yol alalım. bir kadını gördüğünüzde size güzel hissini yaşatan şey nedir? ben buna endam diyorum. çeşmedeki kadının, ayak bileğinden saçının teline uzanan, asaleti gizliliğinden güç alan bir endam. nalına, mıhına vura vura adamın ciğerinin köküne işlenen bir rahiya adeta. bütün o basmalı, yazmalı saklanmışlığın içinde çeşmenin basamağına dayalı durup dosta, düşmana meydan okuyan ayak bileğindeki o narinlik. çeşmeye yaslanan omzunun çıkıklığından dem vurup diğer elinin bileğine güç veren o ayakta kalmışlık. hiç yüzünü görmeden, sesini duymadan, kokusunu genzine çekmeden yüzlerce metre uzaktan saniyeler içerisinde sana ulaşabilen bir güzellik.

dinlenesi...

http://www.youtube.com/watch?v=dvBPCm25z4I&sns=fb

Pessoa

Nefret ettiğim iki şey arasında seçim yapmak zorundayım - ya aklımın tiksindiği düşleri seçeceğim ya da duyularımı dehşete düşüren eylemi; başka bir deyişle, hamurumda hissedemediğim eylem ya da şimdiye kadar hiç kimsenin mayasında olmayan düş. Sonuç olarak her ikisinden de nefret ettiğime göre tek çare seçim yapmamak, ama bazen ya düş kurmaya ya eyleme geçmeye mecbur kalıyorum ki, o zaman da ikisini birbirine karıştırıyorum.

5 Nisan 2012 Perşembe

gözler


ruh ile bağlantıya geçilebilen çok farklı bişey bu göz
bundandır ki; güzel gözlere sahipseniz, karşınızdakiyle iletişim halindeyseniz ve ruhuna hitap etmek istiyorsanız,gözlerine bakmalısınız 
söylemek istediklerinizi anlatan tek bir bakış, içinizi yansıtan ışıltıların oynaştığı bir deniz, dertliyken hüzünlü, mutluyken parıldar, kızgınken öfkeli, yalancıysan manidar, güneşe karşı istekli, sevene karşı tutkulu, hem içini ısıtan, hem içine korku salan, bakana seni tanıtan, gizleyemediğin duyguları açığa çıkartan, ağzını açmadan konuşmanı sağlayan, kırıldığında yaşlarını akıtan, özlemle yollara bakan, aslında senin tüm hislerine tercüman olan ve seni anlatan tek organdır göz...ama görmesini bilene

4 Nisan 2012 Çarşamba

göz

öyle derindi ki gözlerin
uçurumlar birikti dilimde
ne olursun kirpiklerini eğme
tutunacak başka dalı yok düşlerimin.

3 Nisan 2012 Salı

ne idi


aramızdaki 
ipek hışırtısı mıydı neydi? 
bir duydum bir duymadım oldum. 
incecik derenin şırıltısı mı neydi? 
aktım gidemedim oldum.
söğüt mü neydi? 
dalını eğdi. 
tuttum tutamadım oldum.


su ben'dim.
bend oldum
ben doldum.
ben o'na yordum.


güz yaprağının 
hüzünle yere düşmesi mi neydi?
yandım 
sonbahar oldum!
.
.
.


oysa değişim hiç anlamadan usul usul gelir. sinsi bir günah gibi benliğine saplanır insanın daha sen farketmeden. zayıf, korunmaya ihtiyacı olan bir sızı gibidir. aslında savunmasız olan sensindir, tüm şefkatini, ilgini ona yöneltirsin. her şeyin yavrusu şirindir, güzeldir ya , bilemezsin büyüyünce başına ne işler açacak. zamanla beslenir değişim, korur kollarsın onu herkezden. sen farketmeden gelir amma, sahiplenirsin isteyerek, ortak bir plandır yürüttüğünüz. aslında her sabah kalktığında güneş de biraz farklı doğar, ama bunu bir sen bilirsin bir de güneş. her sabah camdan gökyüzüne bakıp, tutamazsın kendini bir sırıtma yerleşir dudaklarına, vücudun baştan aşşağı titremeye başlar, ısısı artar bedenin, boncuk boncuk terlersin, o an; sadece o an vardır ne öncesi ne de sonrası, içindeki şey büyümektedir. her gün camına konan bir kuş hisseder bunu herkezden önce, sonra uçup gider güneşe doğru. etrafındaki dostların sanki uzun süre önce kaybettiğin kitaplar gibidir, artık onları okumaktan keyif almazsın. riske ettiğin şey ne kadar büyükse, herkezden gizli içinde büyüttüğün değişimin benliğini sarmalayan hazzı da o derece dayanılmaz, keyif vericidir. artık hayatta kimseye ihtiyacın yoktur, etrafındaki bütün kitaplar eskimiş ve sana söyleyecekleri yeni bir şeyleri de yoktur. bazen bugünümüzü, dünümüzü ya da, hatıralarımızı, geçmişimizi eskiten zaman değil yaptığımız seçimlerdir.
‎.
.
.


bense, geldim ve durdum
-evet herkes kadar-
kısa bir hüznün durduğu yerde
bir yılın yetmezliğinin kanırttığı
dar giysilerin
belaltı sohbetlerin
hıncın ve makyajın
kanırttığı yerde durdum
yapay hoşluklarım yapaydı paylaşıldı
maskelerimizi bildikçe sevindim
mutlulugun en oval halinin
perdelerce
kokulu sabunlarca
kuşe kagıtlarca
yarıştığını hatırladıkça...
dedim de durdum
ama beni bu enlere katmayın
katmayın kadınların isterik gecelerine
gecenin en saatinde boşalan sigara paketlerine
halıların kış ortasındaki en kirli hallerine
metafizik belleğine yanılsamanın her gün
acıların çarşafların şekerli kokuların
düpedüz özensiz hazırlandığı
herkesin kendine çokça acıdığı
herkesin biraz durmaktan korktugu yerde
kullanılmamış biletlerin pişmanlığı gibi durdum
yanıldım! kendi cebimde
sıvazlamayı bilmeden en muhtaç yerlerimi
kı bilseniz sarımtrak bir şeyleri
bir şeyleri yalnız evlerin pazartesilerinde
nasıl da çekinerek hatırladıkça
kısa bir yılın en unutkan pazarlarına kapattığınızı
orada nasıl da mutlu olduğunuzu
uzun ve canhıraş siren sesiyle
bölünen biricik uykularınızı
bildim de durdum.


çünkü - şehirlerde yaşayanların intiharıdır yaşamak -
sonrası bir hayvanın rüyası
perde tüccarının hüznü